ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  







DUT ZAMANI


Büyük İskender Pers kralını yenmenin verdiği büyük keyif ile günlerini geçiriyor, önünde açılan Asya topraklarının hayalini kuruyordu. Etrafındaki hizmetkârları büyük imparatoru nasıl memnun edeceklerini bilemiyorlardı. Onun ilgisini çekebilecek türden her şeyi sunmak için yarışıyorlardı. Bir tepsi dolusu dutla yanına gelen hizmetkâr kız tepsiyi yere bıraktıktan sonra

-Büyük İskender’e Fenike halkının hediyesidir. Bu topraklarda bulunmanızı memnuniyetle karşıladıklarını bildiriyorlar.

Dedikten sonra büyük imparatoru selamlayarak uzaklaştı. İskender, kocaman bir yakut ve etrafında küçük elmaslarla süslü yüzüğünün bulunduğu işaret parmağını yanında oturan nazende eşine doğru uzatarak, dutları işaret etti. Şimdiye kadar böyle bir meyve görmemişti. Yaptığı işaret, eşinin bu meyvenin tadına kendisinden önce bakması anlamına geliyordu. Nazende eş, kaygıyla uzattığı parmaklarının arasına aldığı meyveyi inceledi. Meyve sanki oldukça irileşmiş beyaz bir tırtıla benziyordu, bir anda midesinin ağzına geldiğini hissetti ama bunu imparatora belli etmedi. Hızlıca meyveyi ağzına götürdü. Tadı o kadar güzeldi ki bir daha, bir daha derken büyük imparator nazende eşinin elini tuttu. Gözlerinin içine bakarak kadının parmaklarının arasındaki meyveyi ağzına aldı ve meyveyi dili ile damağının arasında ezerken gözlerinin bebekleri büyüdü ve oturduğu mindere arka üstü devrildi. Kadın bir anda korktu. Etraftaki hizmetkârlar imparatorlarının başına kötü bir şey geldiğini düşünerek etrafına toplandılar. Büyük İskender kahkahalarla yattığı yerden gülüyordu…

Kimisi taze, kimisi suyunu bırakmış kararmaya yakın dutlarla dolu tezgâhların yanından geçiyordum. Alıcı veya bakıcı birkaç kadın parmaklarını nazende eş gibi tadına bakmak üzere dutlara uzatıyordu.

Pazardan bir şeyler almak için orada bulunmuyordum. Sadece yolumu kısalttığı için, içinden geçip karşı sokağa ulaşacaktım. Pazar yerlerinin telaşını, gürültüsünü seviyorum. Bir önceki tezgâhtan aldığı sebzeyi, meyveyi başka bir tezgâhta daha ucuza görüp pişman olan insanların yüzlerini izlemek, sevdiğim en güzel pazar yeri sahnelerinden biridir.

“Dut’a gel. Dut’a! Hey beeee bal bal! Almazsan pişman olursun ablaaaa…”

Kulağımın dibinde en yüksek desibelde çıkan sesle pazardakileri izlemeyi bırakıp hızlıca uzaklaştım. Bir taraftan da klinikteki dostlarıma biraz dut alsa mıydım diye düşünmeden edemedim ama uzaklaşmıştım. Geri dönmedim.

Onlarca meyveciğin bir sap üzerine sıralanmasıyla oluşmuş bu meyveyi bir tırtıldan ziyade birbirine sıkıca sarılmış dostlara benzetirim. Benim dost meyvesi olarak gördüğüm dutu birçok din ve kültür kutsal saymış hatta kutsal mekânlarının etrafına dut ağacı dikmişlerdir. Kutsallığının yanı sıra geç çiçeklenmesi nedeniyle erken donlardan zarar görmemesi ona bilgelik sıfatını kazandırmış olsa da dut meyvesinden, Büyük İskender’i kahkahalara boğacak kadar keyif almam. Aman canım, ben Büyük İskender değilim! Yine de Büyük İskender ve yediği dutu düşünmeden edemiyorum. Belki de olgunlaşmış meyvelerdeki şarap aromasını fark edip dut şarabının ilk mucidi olmayı da zaferlerinden birine eklemenin keyfiyle kahkahalara boğulmuştur.

Dut ağacın altından geçerken kafasına dut düşmemiş az sayıda insanlardan biriyim. Ne zaman meyveleri üzerinde ballanmış dut ağacı görsem, yere dökülen dutların ayakkabımın tabanında oluşturacağı yapışma aklıma gelir ve yolumu değiştiririm. Onun bilgeliğini karşı kaldırımdan kutsamayı tercih ederim. Dut zamanı geldiğinde kafanızı kaldırıp bakın. Tüm kuşlar ağacın dallarında bozulacak bağırsak sistemlerine aldırmadan karınlarını doyurma derdindeyken birden size de piyango bileti alma fırsatı çıktığını görürsünüz.

Dut meyvesini ve ağacını düşünmeyi bir kenara bırakarak adımlarımı sıklaştırdım. İnsana ihtiyaçları olduğu bugünde, sevgili dostlarıma ve evrenin ortak sahipleri olan minik canlara bir parça yardımım dokunması için kliniğe doğru koşar adım yürüdüm. Kliniğe geldiğimde,o miniklere şifa dağıtan can dostlarım Minal ve Tuğçe ameliyathaneye inmişler, operasyona başlamışlardı. Bekleme salonunda birkaç hasta sahibi ve müşteri vardı. Stajyer gençlerden Yaren severek yapacağı mesleğinin uygulamasının verdiği heyecanla oradan oraya koşturuyor, hasta yakınlarına yardımcı olmaya çalışırken bir taraftan da gelen telefonları yanıtlıyordu.

-Evet veteriner kliniği. Tabi yardımcı oluruz… Bu gün mü düştü? Tamam! Hemen getirebilir misiniz?

Dut ağaçlarından kalkan sineklerin pala bıyıklı küçük dostlarımızın bulunduğu pencerelere ve balkonlara doğru uçmasıyla ortaya çıkan sinek yakalama merakı çoğunlukla hazin bir sonla bitiyordu. Sineğin peşinden uçmaya kalkan minik dostlarımız birden kendilerini yerde buluyor sonrasında kırık bacaklarının tedavisi için bir veteriner kliniğinde tedavi olmak üzere acılar içinde kıvranıyorlardı.

Yaren, yine bir balkondan düşme vakasında canı yanan kediciğin röntgenini almak için stajyer arkadaşı İskender’e yardım ediyordu. Röntgende hangi patinin sağ ve sol olduğunun anlaşılması için işaret harfini yerleştirdiği sırada, dışarıdan gelen sesler dikkatlerini o yöne çekince, işaret harfini yere düşürdüler. Sesler daha net anlaşılmaya başlamıştı. Bu sesler kliniğin önünden geliyordu. Zamanında kliniğin önüne dikilmiş, budandıkça gökyüzüne doğru yükselmiş yaşlı bir dut ağacı vardı. Üzerindeki pembe beyaz renkli dutlarıyla gelenin geçenin ağzını sulandırıyor, konu komşuyu cezbediyordu. En sonunda dayanamayan komşular ellerinde çarşaf ve taslarla kliniğin önünde adeta bir dut festivali başlatmışlardı.

-Böyle gel, böyle. Yok, olmadı biraz daha ileriye. Tamam şimdi oldu. Zafer, sen şimdi sopayla dala vur.

-Aaaa hepsi başka yere döküldü, dedi çarşafın ucundan tutan Asya. Yaklaşık iki yıldır bu sokakta oturuyorlardı. Bir üniversitede okuyordu. Okula gelip giderken kliniğe uğrar, sıcak ve samimi o ortamda biraz oyalanır eve öyle giderdi. İskender veterinerlik son sınıf öğrencisiydi. Staj yapmak için geldiği gün Asya ile karşılaşıp tanışmıştı. Sonraki günlerde Asya daha sık kliniğe uğrar olmuştu. Belki dediği gibi dersi erken bittiğinden eve erken dönüyor, belki de genç veteriner adayının orada bulunması derslerini erken bitiriyordu. Gençlerin işine akıl sır ermez derler.

-Şöyle gelin. Olsun burada daha çok var. Hay Allah yaaa, dallar da çok yüksek, dutlar da hep yukarıda, üstelik sopa da kısa geliyor.

Dışarıdan gelen dut festivalinin üyeleri klinik dahil sokaktaki diğer konu komşunun da dikkatlerini çekecek derecede neşe içinde ağaçtaki dutları silkelemeye çalışıyorlardı. İskender elindeki işin bir an önce bitmesini istiyordu. Sırada da o kadar çok hasta vardı ki çok sevdiği dutları toplamaya yetişemeyecekti. Üstelik epeydir hoşlandığı Asya’da oradaydı.

-Ayşe Hanim teyze, uzanma düşeceksin!

Ayşe Hanim teyze ballanmış dutlara kendini öyle kaptırmıştı ki Newton’un yer çekimi kanununu hiçe sayarak elindeki paspas sapıyla dallara uzanıp uzanıp vuruyordu. Kliniğin kedisi Şakir, ağacın gölgesinde, gürültü patırtıya aldırmadan uyuyordu. Ayşe Hanım teyzenin vurduğu dallardan düşen dutlardan biri Şakir’in başına düşmesiyle yerinden fırlayarak klinikten içeri girdi ve boş bulduğu bir koltuğa zıplayarak uykusuna kaldığı yerden devam etti. O sırada güçlü bir sesle irkildiler. Sanki yüksekten bir şey yere düşmüştü.

-Ayyyy! Ayyy! Ayşe Hanım teyzeee…diye bağrışmalar oldu.

Herkes bir anda dışarı fırladı. Röntgenini çektikleri kediyi kutusuna yerleştiren Yaren telaşla kedinin kuyruğunu kutun kapısına sıkıştırdı. Kedi miyavladı sahibi telaşla içeri girdi. İskender’de dışarı koştu. Yaren,

-Yok bir şey kuyruğunu sıkıştırdım, ondan bağırdı. Sahibi memnuniyetsiz bir yüzle Yaren’e baktı ama Yaren de duyduğu sesi merak ederek dışarı fırlamıştı bile. Dışarıda oluşan uğultu ve telaş ameliyathaneden çıkmak üzere olan Minal ve Tuğçe’yi de meraklandırdı. Tuğçe,

-Bizden habersiz ne oluyor dışarıda? Kim ne yapıyor bakayım?

İskender, biraz meraklı biraz da muzip gülerek,

-Bilmiyorum! Ayşe Hanım teyze düştü sanırım.

Minal yorgun bir ifadeyle, bir yere bir de Ayşe Hanım teyze’nin penceresine baktı. Yerde bir paspas sapı ve savrulmuş çarşaftan etrafa dağılan dutlar duruyordu.

-Neeee? Saçmalama niye düşsün?

-Kimin kafasına düştü?

Ayşe Hanım teyze’nin sesiydi. Parmaklarının arasında tuttuğu dutu iştahla ağzına götürürken

-O topladıklarınızdan bana da getirmeyi unutmayın. Haa! Bir de İskender evladıma da verin. Yazık çok çalışıyor. Asya’yı feth edecek daha.

Sokak bir anda kahkahalarla doldu.


Temmuz 2019-ANKARA
 

dizin    üst    geri    ileri  


 



 26 

 SÜJE  /  otuz beşinci sayı