ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  







ARAYIŞ


İçinde bastıramadığı arzularından dolayı Temmuz ayının sıcağına rağmen dışarı çıktı. Kapıdan çıkar çıkmaz sıcak havanın bunaltısıyla yüz yüze geldi. Bir an geri dönmeyi düşündü sonra vazgeçti. Otobüs durağına doğru yürüdü, gölgeler bile sıcaktı. İnsanlar bir an önce gidecekleri yere ulaşıp sıcağın etkisini daha da arttıran şehrin caddelerinden kurtulmak istiyorlardı. O ise nereye gideceğine karar verememişti. Dün akşam, son sayfalarını okuyup bitirdiği bir kitap, ruhunda devinimler yaratarak kafasını allak bullak etmişti. Hiçbir şey bilmediğine, bilmediklerini gidermek için daha fazla bilgi edinmeye karar vermişti. Sabah olur olmaz ilk işi ona kim olduğunu sorgulatan, içinde arayışlar uyandıran her türlü kaynağa, bilgiye, yere ulaşmak olacaktı. Benliği çorak topraklar gibi kavruluyor ve ruhunun çölüne bir damla su arıyordu. Bir an önce o susuzluğu gidermek için arayışını gerçekleştirmeliydi. Bir yerlerde, onun gibi düşünen, ruhunun derinliklerine seslenen birileri ya da birkaç tümce onu bekliyordu. Arayıp bulacaktı.

Önce bildiği kitapevlerini dolaştı. Birkaç kitap ilgisini çekti sayfalarını karıştırdı, benzerleri kendi kitaplığının raflarında bulunduğundan kitapları reyonlarındaki yerine bıraktı. Aradığı kelimeler yoktu, sayfalardaki kelimeler hep aynı şeyleri söylüyordu. O sayfalarda, satırlardan çıkarak ruhuna işleyecek çığlıkları, rüzgârları ve dokunuşları duyumsatacak kelimeleri bulamadı. Kitapçıların arka sokaklarında bir zamanlar onları tutan ellerin terk ettiği başka ellere uzanan eski kitapların bulunduğu sahaflara doğru yöneldi. Oralarda arayışını tamamlayabilirdi. Birkaç sahaf dükkânında oyalandı. Eskimiş kitap kokularını içine çekti. Bu kokuyu seviyordu. Yığınlarla sayfaları sararmış, ciltleri hırpalanmış, içleri karalanmış, bazılarının hayat damarı olan sayfaları eksilerek can çekişmekte olan veya ölmüş kitaplara baktı. İçi burkularak kimisinin sayfalarına kimisinin ciltlerine dokundu. Ruhunun acıdığını, içindeki sevginin parmak uçlarından onlara yayıldığını duyumsadı. Bir başka dükkâna geçti. Burada diğerlerinden daha fazla kitap vardı ve çoğu gruplandırılmıştı. Belli ki bu işi yapan bilgili biriydi.

Bir saatten fazladır kitapların arasındaydı. O süre içinde birçok müşteri gelip gitmişti. O ise aradığını bulamamış ve umutlarını tüketmek üzereydi. Kitap yığınlarının arkasında kalın bir perde aralandı, burnunun ucuna düşmüş gözlüğünün üzerinden yaşlı bir adam ona bakıyordu. Yaşlı adam elinde tuttuğu kitabı onun göreceği şekilde yukarıya kaldırdı ve diğer eliyle gelmesini işaret etti. İncecik uzun boynunun üzerindeki başını eğerek çağrıyı onayladı. Yaşlı adam arkasını dönerek kalın perdenin arkasında kayboldu. Onun arkasından perdeyi aralayarak içeri girdiğinde yine kitaplarla dolu cılız bir ışığın aydınlattığı odaya girdi. Yaşlı adam odanın bir köşesinde yer alan masanın yanında onu bekliyordu. Elinde hâlâ o kitabı tutuyordu. Masanın üzerinde ise divitler, uçlar, kalemler ve açık bir el yazması kitap duruyordu. Mistik bir ortamdı.

Yaşlı adam gözlüklerinin üzerinden bakarak,

- Bunu arıyorsun. Aradığın bunun içinde.

Elinde tuttuğu kitabı genç adama uzattı. İncecik boyunlu adam şaşırdı; onun aradığı, ruhunda devinimlere neden olan konuları, aradığı kelimeleri, içine düştüğü susuzluğu nereden biliyordu? Yarı şaşkın yarı heyecan içinde elini kitaba doğru uzattı. Aranılan bilgilere, düşüncelerin döküldüğü seslere, tümcelere, satırlar üzerinde geçirilen zamanlara, belki de gerçek öykülerin anlatıldığı her biri ayrı bir yaşam olan kitaplara dokunan parmakları şimdi içeriğini bilmediği ona uzatılan kitabı tutuyordu. Dün gece bitirdiği son sayfayla tüm ruhunu derinden etkileyen duygular tekrar onu içine çekmişti. Bir kurgunun içinde yaşadığını duyumsadı. Olanlara anlam verememenin şaşkınlığıyla yaşlı adama bakıyordu. Ne diyeceğini bilemedi.

-Ama! Ama ben şey….
-Teşekkür etmen gerekmiyor. O seni bekliyordu. Senin o.

Yaşlı adam, yüzünde görevini yerine getirmenin mutluluğu ile masanın önündeki iskemleye oturdu. Sanki az önce o odada hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, önündeki el yazmasıyla ilgileniyordu. İncecik uzun boyunlu adam yaşlı adamın arkasında bir süre duraksadı ama bir şey demeden odadan çıkarken, yaşlı adamın sesini duydu;

-Gölgenden ayrılma!

Elindeki kitapla dükkândan çıktı. Kalbi deli gibi atıyor ve aklı karma karışıktı. Bir an önce kitabı okumak için kendine uygun bir yer aradı.

Baş döndürücü bir buhur kokusu merdivenlere kadar ulaşıyordu. Birer ikişer hızlı adımlarla merdivenleri çıkarak girişteki büyük kemerin önünde durdu. İncecik kırılacak bir dal gibi boynunu önce sağa çevirdi, aradığının o yönde olmadığına karar vermiş olmalı ki başını yukarı kaldırdı. Kapının üzerine kazınmış yazıları okudu; 'Güneş batmak üzereyken gölgeler erdeme secde eder. Kim olduğun gölgende gizlidir.' Tekrar tekrar okudu. Batmakta olan güneş sütunların arasından büyük salona günün son gölgelerini armağan ediyordu. Gölgelerin arasından her bir gölgenin ulaştığı son noktayı inceleyerek yavaş yavaş ilerledi. Gölgelerden bir tanesi büyük salonun sonundaki merdivenlerle birlikte aşağıdaki karanlığa doğru uzanıp kayboluyordu. Gölgeyi takip ederek merdivenlere yöneldi. Aslında o gölgenin nereye uzandığını biliyor ama her seferinde günün o saatlerinde aynı şeyi yapıyordu. Onun için bir çeşit kutsal andı. Yanından geçen rahibi selâmladı. Rahip selâmına başıyla karşılık verirken bir taraftan elindeki buhurdanlığı sallayarak tüm salonun içine yayılmasını sağlıyor diğer taraftan da günün bitmek üzere olduğu bu saatlerde dualar okuyarak tapınağı kutsuyordu. Rahip, incecik boyunlu adamı uzun zamandır tanıyordu. Tapınağa ilk geldiğinde, dokuz on yaşlarında bir çocuktu. Yasak olmasına rağmen annesi onu tapınakta doğurmuş ve kurallara göre şehirden sürülmeleri gerekirken, bu olaya tanık olan tapınak rahiplerinden birinin olayı gizleyerek onu o yaşa kadar bir yakının yanında büyütmesi ile şehirden uzaklaşmamıştı. Sonra da eğitim görebilsin diye tapınak kütüphanesinde ona görev vermişti. Böylece kitaplar ve içlerindeki bilgilerle büyüdü. Kimi zaman günlerce kütüphaneye kapanır ve sürekli kitap okur, kimi zaman oradaki kitapların bakımını yapardı. Bazı zamanlarda ise kendisi bir şeyler yazardı. Bilgiye, öğrenmeye olan ilgisi her geçen gün artıyor ve onu arayışlar içine sürüklüyordu. Arayışları sonucunda birçok doğru bilinen yanlışı görmüş nedenlerine ulaşmaya çalışmış. Çoğunlukla sonuç alamamış ama yine de vazgeçmemişti. Bu tutkusu onu 'Beşyüzler Meclisi'ne kadar götürecekti.

Merdivenlerden indiğinde buhur kokusu yerini kitapların kokusuna bırakmıştı. Yüksek kitap raflarının arasında küçük bir pencereden sızan ışığın altındaki masaya yanaştı. Masada mürekkepler, kamış kalemler, fırçalar, uçlar ve bir takım kağıtlar duruyordu. Kağıtların arkasındaki kitap yığınlarının içinden bir kitap çıkardı. Kitabın üzerinde 'Epidauros’un Gölgeleri' yazıyordu. Kapağını açtı, sedir yağı sürülmüş sayfaları çevirdi tamamlanmamış bir sayfaya is mürekkebine batırdığı kamış kalemiyle 'sizin anladığınız anlamda ne göklerde olup bitenlerle ne de yerin altında olanlarla uğraştı. O gölgelerle çarpıştı.'  Kalemi bıraktı bir tarafta duran küçük bir kâğıt parçasına uzandı. 'O hiç bir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor ben ise bilmiyorum ve bildiğimi de sanmıyorum. Bilmediğimi biliyorum.' diye yazdı. Yazdığı kâğıdı katlayarak kitabın sayfaları arasına koydu.

-Olduğum gibi kalmalıyım, diye mırıldanarak kütüphanenin raflarına doğru yürüdü. Küçük pencerelerden gelen ışığın oluşturduğu gölgeler yerini karanlığa bırakmıştı.”


Elindeki kitap ile bir süre avare gibi dolaştı. Sonra ağaçların gölgelediği bir duvar gördü. Oturmak için uygun bir yerdi. Hiç düşünmeden duvara doğru yürüdü sırt çantasını bıraktı, oturduğu yerin sakinliği ve yalnızlığı hoşuna gitmişti. Yaşadıklarının baş döndürücü etkisiyle kitabın adına bakmak dahi aklına gelmemişti. Kitabın üzerinde “Epidauros’un Gölgeleri” yazıyordu. Sayfalarını şöyle bir karıştırdığında yere küçük bir kağıt parçası düştü. Eğilip yerden kağıdı aldığında üzerindeki yazıyı gördü; “O hiç bir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor ben ise bilmiyorum ve bildiğimi de sanmıyorum. Bilmediğimi biliyorum.”

2018, Ankara


dizin    üst    geri    ileri  

 



 27 

 SÜJE  /  Şeyda Gökoğlu  /  otuz temmuz iki bin on sekiz   / 29