Maviyi benden sorun, sonra martıların ezgisini, rüzgârın uğultusunu ve
güneşin kavrukluğunu.
Denizin mavisine; yosunlar, taşlar, köpükler hatta üstünde uçan kuşlar ve
balıklar kendi rengini verir. Bu nedenle denizin hiçbir yerinde mavi aynı
mavi değildir. Yıllardır bu maviliğin peşinden koşarım, bir hayalin içine
dalar, martılarla oynaşır, binbir renkli balıklarla yan yana yol alırım.
Bilir misiniz mavi ne sonsuz bir renktir? Ne kadar yol alırsanız bu
sonsuzlukta mavinin bütün tonları içinize işler, sizi esir alır, tuzu
eritir, kokusu başka âlemlere götürür. Ne kadar dolaşırsanız bu
mavilikte, o kadar ona dönüşürsünüz. Gördüğünüz mavinin tonu kadarsınız.
Avara benim adım, sahibimin adı Özgür. Özgür’ün doğduğu yıl babası, bin
bir zahmetle özene bezene hazırladı beni ve Özgür’e hediye etti. Özgür’ün
babasından yadigârım ben, bu nedenle iyi bakar bana. Dile kolay on yıldır
her gün denize açıldık. Özgür ve ben zamanla aynı düşü kurar olduk, aynı
ezgide hüzünlenip, aynı martının kanat çırpışında mutlu olduk.
Gidebileceğimiz yerler sınırlıydı. Oysa denizin sonsuz maviliği gibi
ikimizin de düşlerinde uzak denizlere açılmak vardı. Bazen sırtımı okşar
“Avara, yeni bir yolculuğa hazır mısın?”, diye sorar. Her seferinde büyük
bir coşkuyla cevap veririm ona, hatta elimden gelse bir güzel sarılırım.
İçini döker bana, bazen akıl danışır, bazen sadece sessizliği paylaşır.
Denize açıldığımız bir gün, dalgalar köpürmeye başlamıştı, rüzgâr acı
çığlığıyla bağırıyordu “dikkatli olun”, diyordu. Birden bütün maviler
karanlığa gömüldü, sadece rüzgârın uğultusu ve dalgalar vardı. Bütün
gücümle onu korudum, ilk defa gözlerindeki korkuyu gördüm. ”Avara, kurtar
bizi”, dedi. Alabora olmaktan zor kurtulduk. Bunu da atlatmıştık ya artık
her zorluğu göğüsleyebilirdik. Bu olaydan sonra ”Seni hiç
bırakmayacağım”, dedi korkusunu yenen bir mutlulukla.
Fırtınadan kurtulduktan ve birbirimize bu kadar yaklaştıktan sonra Özgür,
bu küçük sahile bağladı beni ve “Birkaç güne döner, kaldığımız yerden
devam ederiz”, dedi. Sözünü tutar Özgür, dile kolay on yıldır
birlikteyiz, tanırım onu. Günler sayamadığım bir hızda gelip geçiyordu.
Günlerin geçişi, yağmurun kıvrak akışında gizliydi. Yağmur, dolu ve
güneşli günler peş peşe geçiyordu. Gerçek anlamda birisini tanımak kolay
mı? Şimdi denizin kıyısına demir atmış bekliyorum, neyi beklediğimi
bilmeden. Zamanın olgunluğuyla geçmişin izlerini taşıyorum ve bu nedenle
biraz yorgun görünüyor olabilirim. Zaman geçtikçe sanki siyah beyaz olan
boyalarım aşınıyor ve altından kahverenginin kasveti açığa çıkıyor. Gün
gün umudumu yitiriyorum ya çürümekten ya yalnızlıktan ya da aldatılma
hissinden öleceğim. Denize açılamamak ile Özgür’ü beklemek arasında iyice
yaşlanıyorum. Şimdi ayaklarımın olmasını çok isterdim, toprağa basıp
Özgür’ü bulmak ve onu getirebilmek ve denize açılmak isterdim.
Uzaktan yalpalayarak, bana yanlış bir yerde olduğumu hatırlatan cisimsiz
bir öfkenin karanlığıyla bir gemi geçiyordu. Dalgalar, en azından uzak
denizlerin mavisinden haberler getiriyordu. Gelirken bir balık sürüsüyle
karşılaşmış, rengârenk kuşlar büyük bir coşkuyla göç ediyorlarmış. Ben
kıpırtısız kalakaldım. Şimdi limana gelenler, limandan gidenler, büyük
bir zaferle ya da ağır bir yenilgiyle dönenler hep aynı benim için.
Özgür, beni bırakmayacağını söylerken, bu sözü tutamayacağını belki de
biliyordu. Bile bile sözünü tartmadan söyledi. Belki de kendi gerçeğiyle
en sonunda yüzleşti. Doğasına aykırı olan özgürlük isteğinin imkânsız
olduğunu anladı. Uzun yolculuklar, denize bulanmış yaşamlar kara insanına
göre değildi. Herkes ondan bir bağlılık yemini etmesini istemişti.
Gitmesini değil, herkes kalmasını istiyordu, toprağa demir atmasını.
Etrafındaki seslerin yorucu baskısından usanmış ve en sonunda pes etmişti
belki. Bana verdiği sözü unutarak ya da unutmayarak yapmıştı bunu.
Kendini yok ederek etrafındakileri var etmişti. Belki de bunların hiç
biri olmadı, belki de boşu boşuna suçladım onu. Ya başına kötü bir şey
geldiyse?
Artık acı bekleyişimin sonuna geldim. Her şeyin değişeceğine olan inancım
gün gün, azala azala en sonunda yok oldu. Kendimi denizin kollarına
bırakmak için dalgaların hareketine uydurdum. Ben de dalgaya karıştım,
dalgayla birlikte sulara gömüldüm sanki. Artık kıpırdayamamamın hiçbir
önemi yok. Özgür’ün, uzak denizlerin, tutulmamış sözlerin önemi yok. Ben
de en sonunda kendimle yüzleştim. Uzak okyanuslara açılmam imkânsız. Ama
en azından denize, yosunlara, köpüklere, balıkların rengine, martı
seslerine karışabilirim.
____________________________________
(*) Gemi veya sahile
yanaşmış bir teknenin, buradan hareket etmesi için verilen komut.