ÖYKÜ

Hatice Çakı  







AVARA (*)


Maviyi benden sorun, sonra martıların ezgisini, rüzgârın uğultusunu ve güneşin kavrukluğunu.

Denizin mavisine; yosunlar, taşlar, köpükler hatta üstünde uçan kuşlar ve balıklar kendi rengini verir. Bu nedenle denizin hiçbir yerinde mavi aynı mavi değildir. Yıllardır bu maviliğin peşinden koşarım, bir hayalin içine dalar, martılarla oynaşır, binbir renkli balıklarla yan yana yol alırım. Bilir misiniz mavi ne sonsuz bir renktir? Ne kadar yol alırsanız bu sonsuzlukta mavinin bütün tonları içinize işler, sizi esir alır, tuzu eritir, kokusu başka âlemlere götürür. Ne kadar dolaşırsanız bu mavilikte, o kadar ona dönüşürsünüz. Gördüğünüz mavinin tonu kadarsınız.

Avara benim adım, sahibimin adı Özgür. Özgür’ün doğduğu yıl babası, bin bir zahmetle özene bezene hazırladı beni ve Özgür’e hediye etti. Özgür’ün babasından yadigârım ben, bu nedenle iyi bakar bana. Dile kolay on yıldır her gün denize açıldık. Özgür ve ben zamanla aynı düşü kurar olduk, aynı ezgide hüzünlenip, aynı martının kanat çırpışında mutlu olduk. Gidebileceğimiz yerler sınırlıydı. Oysa denizin sonsuz maviliği gibi ikimizin de düşlerinde uzak denizlere açılmak vardı. Bazen sırtımı okşar “Avara, yeni bir yolculuğa hazır mısın?”, diye sorar. Her seferinde büyük bir coşkuyla cevap veririm ona, hatta elimden gelse bir güzel sarılırım. İçini döker bana, bazen akıl danışır, bazen sadece sessizliği paylaşır. Denize açıldığımız bir gün, dalgalar köpürmeye başlamıştı, rüzgâr acı çığlığıyla bağırıyordu “dikkatli olun”, diyordu. Birden bütün maviler karanlığa gömüldü, sadece rüzgârın uğultusu ve dalgalar vardı. Bütün gücümle onu korudum, ilk defa gözlerindeki korkuyu gördüm. ”Avara, kurtar bizi”, dedi. Alabora olmaktan zor kurtulduk. Bunu da atlatmıştık ya artık her zorluğu göğüsleyebilirdik. Bu olaydan sonra ”Seni hiç bırakmayacağım”, dedi korkusunu yenen bir mutlulukla.

Fırtınadan kurtulduktan ve birbirimize bu kadar yaklaştıktan sonra Özgür, bu küçük sahile bağladı beni ve “Birkaç güne döner, kaldığımız yerden devam ederiz”, dedi. Sözünü tutar Özgür, dile kolay on yıldır birlikteyiz, tanırım onu. Günler sayamadığım bir hızda gelip geçiyordu. Günlerin geçişi, yağmurun kıvrak akışında gizliydi. Yağmur, dolu ve güneşli günler peş peşe geçiyordu. Gerçek anlamda birisini tanımak kolay mı? Şimdi denizin kıyısına demir atmış bekliyorum, neyi beklediğimi bilmeden. Zamanın olgunluğuyla geçmişin izlerini taşıyorum ve bu nedenle biraz yorgun görünüyor olabilirim. Zaman geçtikçe sanki siyah beyaz olan boyalarım aşınıyor ve altından kahverenginin kasveti açığa çıkıyor. Gün gün umudumu yitiriyorum ya çürümekten ya yalnızlıktan ya da aldatılma hissinden öleceğim. Denize açılamamak ile Özgür’ü beklemek arasında iyice yaşlanıyorum. Şimdi ayaklarımın olmasını çok isterdim, toprağa basıp Özgür’ü bulmak ve onu getirebilmek ve denize açılmak isterdim.

Uzaktan yalpalayarak, bana yanlış bir yerde olduğumu hatırlatan cisimsiz bir öfkenin karanlığıyla bir gemi geçiyordu. Dalgalar, en azından uzak denizlerin mavisinden haberler getiriyordu. Gelirken bir balık sürüsüyle karşılaşmış, rengârenk kuşlar büyük bir coşkuyla göç ediyorlarmış. Ben kıpırtısız kalakaldım. Şimdi limana gelenler, limandan gidenler, büyük bir zaferle ya da ağır bir yenilgiyle dönenler hep aynı benim için.

Özgür, beni bırakmayacağını söylerken, bu sözü tutamayacağını belki de biliyordu. Bile bile sözünü tartmadan söyledi. Belki de kendi gerçeğiyle en sonunda yüzleşti. Doğasına aykırı olan özgürlük isteğinin imkânsız olduğunu anladı. Uzun yolculuklar, denize bulanmış yaşamlar kara insanına göre değildi. Herkes ondan bir bağlılık yemini etmesini istemişti. Gitmesini değil, herkes kalmasını istiyordu, toprağa demir atmasını. Etrafındaki seslerin yorucu baskısından usanmış ve en sonunda pes etmişti belki. Bana verdiği sözü unutarak ya da unutmayarak yapmıştı bunu. Kendini yok ederek etrafındakileri var etmişti. Belki de bunların hiç biri olmadı, belki de boşu boşuna suçladım onu. Ya başına kötü bir şey geldiyse?
Artık acı bekleyişimin sonuna geldim. Her şeyin değişeceğine olan inancım gün gün, azala azala en sonunda yok oldu. Kendimi denizin kollarına bırakmak için dalgaların hareketine uydurdum. Ben de dalgaya karıştım, dalgayla birlikte sulara gömüldüm sanki. Artık kıpırdayamamamın hiçbir önemi yok. Özgür’ün, uzak denizlerin, tutulmamış sözlerin önemi yok. Ben de en sonunda kendimle yüzleştim. Uzak okyanuslara açılmam imkânsız. Ama en azından denize, yosunlara, köpüklere, balıkların rengine, martı seslerine karışabilirim.


____________________________________

 (*) Gemi veya sahile yanaşmış bir teknenin, buradan hareket etmesi için verilen komut.


dizin    üst    geri    ileri  

 



 14 

 SÜJE  /  Hatice Çakı  /  otuz temmuz iki bin on sekiz  / 29