o anda duyduğun sesleri yan yana getirebiliyor musun? duyduğun sesleri
karşılayabiliyor musun? o seslerin sözcüklerini kucaklayabiliyor musun?
kim bilir belki sana bir kış gibi gelmiştir. sözcüklerin kışı… harflerin
kışı da diyebiliriz. nasıl yaşar nasıl geçinirsin bu harflerle? içine
viyole teli dokunan harfler ve onların sesi… o seslerin çıkardığı müziği
yakalayabiliyor musun? ne çalıyor? hangi müziği dinliyorsun? farkında
mısın içinde yeni bir müziğin başladığından? sözcükler yetmezmiş gibi
şimdi de notalar. peki kaçını biliyorsun bu notaların? hangilerini
tutacaksın kalemin için? müziğin de ateşleyici bir özelliği var.
kaç ürperti geçirdin, farkında mısın? kaç titreme seni kendine getirdi,
biliyor musun? peki bunu sözcüklerinle buluşturdun mu? yeni bulduğun
renkler oldu mu? her bir rengi sözcükler ve notalarla buluştu mu?
buluştuysanız, dans ediyorsunuz demektir. dans ediyor olmanızda dizeniz
ya da cümlenizle bir metnin içine dalıyorsunuz. bu derinlikte hayatla
hiçbir ilginiz kalmayacak. tamamen siz, kendiniz ve çırılçıplak
olacaksınız. ürkeklikle merak arasında gidip geleceksiniz. yeni sorular
yeni yaşam alanları yeni mekanlar… yazdığınızın farkına varamayacaksınız.
yazıyor olduğunuzu bilmiyorsunuz. önüne upuzun bir koridor ve o koridorda
derin mi derin bir boşluk peydahlanacak.
unutma! her adım bir yıla denk geliyor.
4.
bir an başınızı kaldırıp, neredeyim? ne yapıyorum? bu ben miyim?
diyeceksiniz. yanıtlarını veremeden tekrar gömüleceksiniz yolculuğunuza.
sanki tükenme halindeymiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. bu son eserim
olacak, duygusuyla zaman zaman duruyor zaman zaman yürüyor zaman zaman da
koşuyorsunuz. dışarda yağan yağmuru, çocuk seslerini duymuyorsunuz. siz
kendi gerçekliğinizi yaşıyorsunuz, şuan. siz ve sizsiziniz baş başa
kalan. kendinizle baş başa geldiğiniz/kaldığınız bir an düşünün. sahi ne
konuşur neler söylerdiniz kendinize?
bunu da bilemez insan dahası yanıtlayamaz. kendi gerçekliğinin kölesi mi
olacaksın ya da gerçekliğin efendisi mi?
köle ve efendilik senin gerçekliğinin ikili yüzü. yani çoğu insanın yüzü
gibi. kendinize karşı gelerek karşınızdakine benzersiniz. karşınızdaki de
siz olduğunuza göre, ben kimim? sorusuna yanıt bulabilir misiniz? aslında
göremediğiniz yüz sizin eserinizdeki yüzdür. o yüz sizin metninizin
yüzüdür. aslında hiç görmediğiniz yüz sizin yüzünüzdür. yüzünüzün
yollarını anımsayın.
o yolları ve o yolların bir dal gibi her bir tarafa açılan kapılara
yönelin.
unutma! her adım bir yıla denk geliyor.
5.
metnin içindesiniz, lütfen dağılmayın. ve kaldığınız yerden devam edelim.
yüzünüzdeki yolların bir kapısından içeri girelim. ama şu soruyu hiç
unutmayalım. “ben söylüyor, ne anlatıyor, ne dinletiyor ve ne
gösteriyorum… bu soru sizin metniniz. bu soru sıkıştığınızda kendinizi
karşıdan karşıya geçiren bir köprü olduğunu bileceksiniz. çünkü metinde
kaybolduğunuz zamanlarınız da olacak. olacak çünkü o kayboluşlar sonrası
kendinize sorduğunuz sorularla sözlerinizi yazmaya devam edeceksiniz.
hepsi bu mu? hayır. bunlar henüz bir şey değil. sen daha sonra başına
gelecekleri düşün. düşünemiyor ya da düşünmek istemiyorsan o zaman
gülümseyeceksin kendi kendine… ve hayatında kaç gülümseme sana acı
vermiştir? ve kaç gülüş içindeki sözcükler gibi ısıtır içini? hepsi bu
değil. bunlar asla bu dediğin şeylerden değil. metne kattığın
gülümsemenin iki ucunu da koymak ister misin? istersin elbet ama bu
ustalık ister. yani yaza yaza yazmaktır. her şeyi ortaya dökemezsin. bir
dizeyi hemen anlatamazsın.
başa dönelim. hani şu birkaç parça aydınlık ile birkaç kör nokta
hikayesine. sözcükleri ev gibi düşün. kapısı, penceresi, çatısı, odaları
ve eşyaları olan bir ev gibi yani. seni neyin davet edip seni neyin
kovacağını da bilmiyorsun. hakaretlere katlanacaksın. alkışları da
alkışlayacak coşku ve ritme sahip olman gerekir. içindeki müziğin ilk
fısıltısını duyduğun an harekete geç. her sözcük bir sonraki sözcüğün
kapısıdır. ve bu yeni kapılar, yeni açılar, olaylar, duygular demektir.