Aynada kendine baktı. Yüzü dolgunlaşmış, ikinci bir çene oluşturan
gerdanı trabzon işi bir gerdanlık gibi boynuna doğru iniyordu. Saçlarını
fırçaladı ve başını geriye atarak savurdu. Saçının telleri parıldayarak,
taze çimler üzerine serilen piknik örtüsü gibi omuzlarına dökülürken, bir
tutam saç yüzünü okşayarak alnını örttü. Makyaj çantasından çıkardığı
fondöteni daha önce krem şanti kıvamında yüzüne sürdüğü kremin üzerine
pudra şekeri döker gibi yaydı. Ay gibi yüzü günebakan çiçeklerinin güneşe
döndüğü gibi aynaya dönüktü. Siyah göz kalemini gözlerine çekerken
gravürlerdeki dilberlerin badem gözlerini çiziyordu. Kendisini beğenme
edasıyla tekrar saçlarını savurdu. Saçlarından çıkan rüzgarla mangaldaki
odun kömürlerinden bir kıvılcım sıçratarak yanaklarında tutuşmaya
başladı. Fırçasının ucuyla yanaklarındaki alevi bir kez daha
canlandırdıktan sonra piknik sepeti görünümlü makyaj çantasından çilekli
turta tadındaki rujunu çıkararak etli dudaklarıyla bir parça ısırdı.
Çilekli turtadan yayılan parçaları dudaklarıyla emdikten sonra diliyle
kalanları yaladı. Dayanılmaz bir lezzet almıştı o güzel yüzü. Şimdi
çıkmaya hazırdı.
Salondaki masanın üzerinde duran çantasını almaya gittiğinde duvarda
asılı duran Botero’nun ‘Monaliza’sına bakmadan edemedi.
- Ne kadar da bana benziyorsun,
dedi gülerek.
Tombul parmaklarını dudaklarına götürerek bir öpücük
yolladı. Kırmızı şifon karışımı bluzunu düzelterek salondan çıkarken,
kapının koluna takılan bluz caaartt diye yırtılmaz mı! Az önce mangal
ateşiyle alevlenen yanakları birden böğürtlenli turta rengini alırken,
- Hassiktirrrr!
Dilden duvarlara, oradan pencerelere çarptı, Küçük bir şangırdamayla
pencereler kristal şeker tanecikleri gibi etrafa savruldu. Güzelim
çilekli turtanın üzerini kapladı. Duvardaki gülümseyen Monaliza’nın
kahkahasını duydu.
- Amaaan dert değil, dedi, Monaliza’ya bakarak.
Gardorabına doğru yürüdü, kapılarını açtı kapadı, tekrar açtı ve askıdaki
limon sarısı şifon bluzunu aldı. Aynanın karşısına geçmeden dolaptan buz
gibi limonata şişesini çıkarıp bir bardağa doldurdu.. Balkondaki
penceresinde duran nane saksısından bir tutam taze nane koparıp
limonatasına ekledi. Portakal tadı dudaklarından, limon serinliğinde
yudumladı.
Aynanın karşısında pamuk şekeri tadında olan makyajını temizledi. Makyaj
çantasından çıkardığı portakal tonlarındaki allık ve ruj ile makyajını
yenilerken, üzerindeki limonlu kek güzelliğindeki bluzunu düzeltti. Daha
fazla oyalanmadan mantar terliklerini ayağına geçirip dışarı çıktı.
Arabasına doğru giderken etrafına yaydığı portakal ve limon çiçeği kokulu
parfümün etkisiyle çiftleşen sarı kediler kaçıştı.
- Bir dahaki bahara minnoşlar, diyerek kahkaha attı. Kahkahasından
bahçedeki limon ağacından limonlar kedilere doğru yuvarlandı.
Birbirlerini unutup limonları yuvarlayarak oynamaya başladılar. Portakal
renkli kediler limon sarısına vuruldular.
Arabasının kapısını açıp oturdu. Kakaolu lokum kıvamında lastikler
ezildi, erir gibi yere yapıştı sonra tekrar eski şekillerini aldı.
Kontağı çevirdi, motor nazlanmadan çalıştı. Vivaldi’nin avcıların
kovaladığı ceylanı anlattığı sonbahar konçertosu gibi hızlıca hareket
etti. Arkasından portakal kediler, limon oyuncaklarını bırakıp
kaçıştılar.
Yeşil elbiseli kadın, papatya saçlı kız çocuğunu çekiştirerek,
- Bak bu son olsun. Bir daha dondurma istemek yok. Yeteri kadar yedin ve
üstelik gittikçe kilo alıyorsun. Sonra oyun oynamak için arkadaş
bulamayacaksın. Anladın mı beni?
- Hı hıı.
Annesini onaylarken bir taraftan da keyifle sıcaktan erimek üzere olan
dondurmasını yalamaktan vazgeçmiyordu.
- Bir dahaki sefere çilekli ve limonlusunu da alabilir miyiz anneciğim?
Kadın, boşuna konuştuğunu anladı. Yüzündeki gölgeler yeşil elbisesinin
üzerine düştü. Omuzlarının üzerinden uçan beyaz bir kelebek papatya saçlı
kızın başına kondu. Kadın gülümsedi. Kelebek, kadına göz kırparak,
- Yaşamak güzel, dedi ve uçtu.
Yeşil elbiseli kadın kızının elinden tutarak yürümeye devam etti. Büyük
bir bahçenin içindeki taş binanın merdivenlerinden çıktılar. Kapıdaki
görevliye çantasından çıkardığı biletleri uzattı.
İyi seyirler hanımefendi, küçük hanım, dedi, görevli.
Papatya saçlı kız kıpır kıpır, yerinde duramıyor, yerleştikleri koltukta
bir oturup bir kalkıyordu. Önce ışıklar yavaş yavaş söndü, son kalan
ışıklar gece uçuşan ateş böcekleri gibi yanıp söndü ve vişneli pastadan
yapılmış perdeler açıldı. Küçük kız heyecanla ellerini çırptı. Kocaman
şişman beyaz bir kelebek kostümündeki bayan onları selamladı. Papatya
saçlı küçük kız saçlarından bir demet papatyayı ona yolladı. Şişman beyaz
kelebek ona göz kırptı. Orkestra çukurundan Vivaldi’nin kelebeklerin
uçuşu kadar güzel, bahar konçertosu duyuldu. Şişman beyaz kelebek sahnede
dans etmeye başladı.
Koltuğunda oturan yaşlı kadın onu sevgi dolu gözlerle izlerken göz
pınarlarında biriken bir damla sevinç ve mutluluk gözyaşı yeşil
elbisesinin üzerine düştü. Gözyaşından yayılan ışık tüm annelerin
yüreğinden çocuklarına yayıldı, sevgiyle kucakladı.