Olmayış da oluş gibi süreklilik içeriyordu. Kendi içreydi akışı. Boşluk,
hiçlik değildir diye avutuyordu yokluğu. Boşluk, hiçliğe yeğdir diyor ve
zamanın yokluğu hatırlayacağı anı bekliyordu. Bir an. Bir an, öyle bir an
ki onu oluş’a ayna kılacak, kendini kendinden dışa sürükleyen akışı
başlatacaktı. Geçtiği tüm sessizlikleri geride bırakacaktı.
An. Nihayet. O an – “ an “ büyüklüğü içine alan küçücük bir kelime oysa –
geldi. Kendinden geçmiş bir akıntı çarptı olmayış’a, önce içine aldı onu,
sonra önüne kattı. Son bir kez, boşluk hiçliğe yeğdir diye iç geçirdi
olmayış; ardından yokluğunu, seve seve, varlığa malzeme yaptı.
Başladı. Başladı ve hızla bitiş’e yol aldı…
FESAD
Başlayan her şey bitecek,
oluşmuş her şey oluş’undan bir şey kaybedecekti anbean.
Böyle kurulmuştu var oluşun düzeni.
Akış salt akan değil bozan da olacağını nice sonra fark etti. Geçmekle
kalmıyor geçtiğini aşındırıyordu. Bildi, kabullendi. Bundan böyle, hiçbir
şey belli bir şey olarak kalmayacaktı. Her şey oluşacak ve ardından
bozulacaktı.