ÖYKÜ

Dursun Karaseki  







BABAM


                      "Ve sevgilim biliyor musun?
                      Ruhtan daha acı bizim ülkemiz."
                                                             Bejan Matur



İnsan hayatında bazı anlar vardır. Geri döndürülemez.

O gece yaşanılanların babamda açtığı derin kesikleri ve yarayı görebilmem, yıllar aldı.

Babama, babamın gözüyle bakabilmem, o gece yaşadıklarımızın ne olduğunu anlamam için büyümem gerekiyordu.

Doğuda bir köy, gecenin üçü…

Kırarcasına tekmelenen, yumruklanan, yaşadığımız zor zamanların ağırlığını, yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan kırık dökük kapımız…

Babamın yataktan telaşla kalkışını, uçarcasına kapıya yönelişini, uyku sersemliği içerisinde de olsam da, kapı önünde az sonra olacakları, yaşarcasına hatırlıyorum.

Babam, o telaşın içerisinde uyandığımı ve kendisini takip etiğimi fark etmemişti. Hemen arkasından ben de kapıya yöneldim. Babam kapıyı açtığında, karşısında bir grup asker vardı. Askerlerden birinin panik ve korku içerisinde babama bir şeyler sorduğunu, babamın ise, anlamıyorum manasına gelen çaresiz bir el hareketi yaptığını gördüm.

Bunun üzerine askerin öfkeyle babama tokat attığını ve yüzüne tükürdüğünü, kapı aralığından gördüm.

Bizim buralarda kolluk güçleri, yasalarda rastlanan olağan uygulamaları değil de, daha çok keyfi olmanın gücünü kullanırdı. Bu ise kimse tarafından yadırganmaz, suskunluğu ve kanıksanmışlığı göğsümüze iliştirilmiş birer madalyon olarak taşırdık.

Babam öylece kalakalmıştı kapının önünde. Ne söyleyeceğini, ne yapacağını bilememenin çaresizliği omuzlarını düşürmüş, koca adam bir anda ufalmış, küçülüvermişti. İçine işleyen utanç, zamanı katran akışkanlığında yavaşlatırken, kalbini de soğutmaya başlamıştı. Ben de öylece kalakalmış olup biteni anlamaya çalışırken; boğazımda düğümlenen çığlığı, kabaran öfkemi içime gömdüm…

Kapıyı kapattığın da göz göze geldik babamla. Utancı, çaresizliği, tükenişi gözlerinde görmüştüm.

Dilsizdi artık babam, dilsizlik onun en doğal hali olmuştu. Doğum lekesi gibi bir şeydi artık babam için dilsizlik, öylece içine dönmek. Artık kelimeler giyinmek istemiyor, bana emanet ediyordu kelimelerini. Bu dünyayı çoktan terk etmiş bir hali vardı.

Bir ben vardım her şeye tanık…

O gecenin ertesin de karar verildi; Tüm aile Mahmura göç edecektik. Bizim buralarda her şey yavaş olurdu. Yavaş yavaş birikir ansızın oluverirdi. Babamın Mahmur kararı da öyle ansızın oldu. Annem, ablam, kız kardeşim ve iki küçük erkek kardeşim…

Köy boşalıyor, ıssızlaşıyordu. Mahmur, dilsizlerin suskunların ve kayıpların coğrafyadaki adı oluyordu.

Beni amcamlara, Diyarbakır’a gönderdiler.

Zamanla devlet yumuşadı, gidenler dönmeye başladı.

Dönmeye karar vermişti babam, yine yavaş yavaş ama ansızın.

Sonunda gurbet bitecekti onlar için.

Çölleşen yüzler coğrafyasıydı buralar, kum gibi dağılan gülüşler, bakışlar herkes birbirine benzediği için de kimse tanınmıyordu. Birbirine benzeyen insanlar tanınmaz hale gelirdi bir süre sonra, sanki herkesin ismi de aynıydı herkesti işte.

Ne kalan, ne giden, ne gidip de dönen, herkes aynı…

Büyüdüm, üniversite okumak için Ankara’ya geldim. Babamın bir hayalini gerçek yapmıştım. Hukuk okuyordum…

Bu sabah,girdiğim aktarda hatırladım babamın kokusunu. Acı ot ve tütün.

O geceyi hatırlattı bana. Babamın kaybolduğu ve bir daha dünyamıza dönmediği, dönemediği geceyi.

Tarçın, safran kişniş, dereotu meyan kökü…

Ve peynirli pancar, evet babamın kokusu peynirli pancardı. O gece başımı yastığa gömdüğümde burnuma - çocukluktan kalma -babam kokuyordu.

Bazı ayrılıklar; bazı ölümler gibidir. Geri dönülmez, döndürülemezler. Yaralar, boşluklar açar insanların içinde. Kimileri hayatları boyunca bu boşluğun yasını tutar. Geriye yaşanacak hayatları bırakmaz, kimileri de kaldığı yerden devam eder hayatına.

Babam dönemeyenlerdendi, O yorgun kapımızın eşiğinde yaşadıklarının, ruhunda açtığı yaranın, boşluğu hiç dolmadı.

Hep söylediği gibi yaşadı, hayattan çok ölümü konuştu. Hayattan çok ölümün buzluğunu taşıdı kalbinde.

En son ne zaman gülmüştü babam kayıtsız, umarsız?

Dünyada baba ve oğulun birlikte gülüşünden daha mutlu kaç an vardır?

Gülüşünü de acısını da içine attı babam .

Bazı insanlar dışarıya gülemez, sesleri yoktur gülüşlerinin.

Babamın bende emanet kelimeleri kaldı.İnsan herkese emanet edemiyor kelimelerini, babam bana emanet etmişti.

Bazı şeylerin yokluğu, varlıklarından daha değerli oluyor. Çocukluğumun sokakları, oyunları gibi... Babamın yokluğu varlığından daha değerli oldu annem için.

Bir keresinde sormuştu babam, sevdiklerinin yüzünü kaybetmek nedir bilir misin? Cevap verememiştim çünkü bilmiyordum sevdiklerinizin yüzünü kaybetmek nedir?Artık anlıyorum, sevdiğin birinin yüzünü unutmak ne demektir.

Biliyordum,çünkü büyümüş, çokça yüz kaybetmiştim…

Babasının ve annesinin yüzlerin unuttuğunu, koynunda taşıdığı fotoğraflarının olmadığını, kaybolduğunu anlatmıştı. Sonunda eklemişti sakın benim yüzümü unutma! Vasiyet eder gibiydi bunu söylerken…

Ne zaman hatırıma, düşse o anımız, boğazım düğümlenir içim çekilir, gözlerim özlem yüklü olur. Çaresiz kalırım.

Gece; herkesi, her şeyi geride bırakarak sessiz ve kayıtsız bir karanlıkla indi.

Çok zaman sonra hatırladım rüyamı, Babam sesleniyordu:

- Oğlum hakkını helal et!

- Oğlum hakkını helal et!

- Oğlum hakkını helal et!

- Hakkım helal olsun Baba!

- Helal olsun!

- Helal Olsun!

Gözlerimi açtım, gökte iki parlak yıldız…

Hakkım helal olsun Baba!

Başımı yastığa gömdüm, tütün ve acı baharat kokuyordu. Babam kokuyordu…



içindekiler    üst    geri    ileri   




 55