"Ve sevgilim biliyor musun?
Ruhtan daha acı bizim ülkemiz." Bejan Matur
İnsan hayatında bazı anlar vardır. Geri döndürülemez.
O gece yaşanılanların babamda açtığı derin kesikleri ve yarayı
görebilmem, yıllar aldı.
Babama, babamın gözüyle bakabilmem, o gece yaşadıklarımızın ne olduğunu
anlamam için büyümem gerekiyordu.
Doğuda bir köy, gecenin üçü…
Kırarcasına tekmelenen, yumruklanan, yaşadığımız zor zamanların
ağırlığını, yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan kırık dökük kapımız…
Babamın yataktan telaşla kalkışını, uçarcasına kapıya yönelişini, uyku
sersemliği içerisinde de olsam da, kapı önünde az sonra olacakları,
yaşarcasına hatırlıyorum.
Babam, o telaşın içerisinde uyandığımı ve kendisini takip etiğimi fark
etmemişti. Hemen arkasından ben de kapıya yöneldim. Babam kapıyı
açtığında, karşısında bir grup asker vardı. Askerlerden birinin panik ve
korku içerisinde babama bir şeyler sorduğunu, babamın ise, anlamıyorum
manasına gelen çaresiz bir el hareketi yaptığını gördüm.
Bunun üzerine askerin öfkeyle babama tokat attığını ve yüzüne
tükürdüğünü, kapı aralığından gördüm.
Bizim buralarda kolluk güçleri, yasalarda rastlanan olağan uygulamaları
değil de, daha çok keyfi olmanın gücünü kullanırdı. Bu ise kimse
tarafından yadırganmaz, suskunluğu ve kanıksanmışlığı göğsümüze
iliştirilmiş birer madalyon olarak taşırdık.
Babam öylece kalakalmıştı kapının önünde. Ne söyleyeceğini, ne yapacağını
bilememenin çaresizliği omuzlarını düşürmüş, koca adam bir anda ufalmış,
küçülüvermişti. İçine işleyen utanç, zamanı katran akışkanlığında
yavaşlatırken, kalbini de soğutmaya başlamıştı. Ben de öylece kalakalmış
olup biteni anlamaya çalışırken; boğazımda düğümlenen çığlığı, kabaran
öfkemi içime gömdüm…
Kapıyı kapattığın da göz göze geldik babamla. Utancı, çaresizliği,
tükenişi gözlerinde görmüştüm.
Dilsizdi artık babam, dilsizlik onun en doğal hali olmuştu. Doğum lekesi
gibi bir şeydi artık babam için dilsizlik, öylece içine dönmek. Artık
kelimeler giyinmek istemiyor, bana emanet ediyordu kelimelerini. Bu
dünyayı çoktan terk etmiş bir hali vardı.
Bir ben vardım her şeye tanık…
O gecenin ertesin de karar verildi; Tüm aile Mahmura göç edecektik. Bizim
buralarda her şey yavaş olurdu. Yavaş yavaş birikir ansızın oluverirdi.
Babamın Mahmur kararı da öyle ansızın oldu. Annem, ablam, kız kardeşim ve
iki küçük erkek kardeşim…
Köy boşalıyor, ıssızlaşıyordu. Mahmur, dilsizlerin suskunların ve
kayıpların coğrafyadaki adı oluyordu.
Beni amcamlara, Diyarbakır’a gönderdiler.
Zamanla devlet yumuşadı, gidenler dönmeye başladı.
Dönmeye karar vermişti babam, yine yavaş yavaş ama ansızın.
Sonunda gurbet bitecekti onlar için.
Çölleşen yüzler coğrafyasıydı buralar, kum gibi dağılan gülüşler,
bakışlar herkes birbirine benzediği için de kimse tanınmıyordu. Birbirine
benzeyen insanlar tanınmaz hale gelirdi bir süre sonra, sanki herkesin
ismi de aynıydı herkesti işte.
Ne kalan, ne giden, ne gidip de dönen, herkes aynı…
Büyüdüm, üniversite okumak için Ankara’ya geldim. Babamın bir hayalini
gerçek yapmıştım. Hukuk okuyordum…
Bu sabah,girdiğim aktarda hatırladım babamın kokusunu. Acı ot ve tütün.
O geceyi hatırlattı bana. Babamın kaybolduğu ve bir daha dünyamıza
dönmediği, dönemediği geceyi.
Tarçın, safran kişniş, dereotu meyan kökü…
Ve peynirli pancar, evet babamın kokusu peynirli pancardı. O gece başımı
yastığa gömdüğümde burnuma - çocukluktan kalma -babam kokuyordu.
Bazı ayrılıklar; bazı ölümler gibidir. Geri dönülmez, döndürülemezler.
Yaralar, boşluklar açar insanların içinde. Kimileri hayatları boyunca bu
boşluğun yasını tutar. Geriye yaşanacak hayatları bırakmaz, kimileri de
kaldığı yerden devam eder hayatına.
Babam dönemeyenlerdendi, O yorgun kapımızın eşiğinde yaşadıklarının,
ruhunda açtığı yaranın, boşluğu hiç dolmadı.
Hep söylediği gibi yaşadı, hayattan çok ölümü konuştu. Hayattan çok
ölümün buzluğunu taşıdı kalbinde.
En son ne zaman gülmüştü babam kayıtsız, umarsız?
Dünyada baba ve oğulun birlikte gülüşünden daha mutlu kaç an vardır?
Gülüşünü de acısını da içine attı babam .
Bazı insanlar dışarıya gülemez, sesleri yoktur gülüşlerinin.
Bazı şeylerin yokluğu, varlıklarından daha değerli oluyor. Çocukluğumun
sokakları, oyunları gibi... Babamın yokluğu varlığından daha değerli oldu
annem için.
Bir keresinde sormuştu babam, sevdiklerinin yüzünü kaybetmek nedir bilir
misin? Cevap verememiştim çünkü bilmiyordum sevdiklerinizin yüzünü
kaybetmek nedir?Artık anlıyorum, sevdiğin birinin yüzünü unutmak ne
demektir.
Biliyordum,çünkü büyümüş, çokça yüz kaybetmiştim…
Babasının ve annesinin yüzlerin unuttuğunu, koynunda taşıdığı
fotoğraflarının olmadığını, kaybolduğunu anlatmıştı. Sonunda eklemişti
sakın benim yüzümü unutma! Vasiyet eder gibiydi bunu söylerken…
Ne zaman hatırıma, düşse o anımız, boğazım düğümlenir içim çekilir,
gözlerim özlem yüklü olur. Çaresiz kalırım.
Gece; herkesi, her şeyi geride bırakarak sessiz ve kayıtsız bir
karanlıkla indi.
Çok zaman sonra hatırladım rüyamı, Babam sesleniyordu:
- Oğlum hakkını helal et!
- Oğlum hakkını helal et!
- Oğlum hakkını helal et!
- Hakkım helal olsun Baba!
- Helal olsun!
- Helal Olsun!
Gözlerimi açtım, gökte iki parlak yıldız…
Hakkım helal olsun Baba!
Başımı yastığa gömdüm, tütün ve acı baharat kokuyordu. Babam kokuyordu…