Karanlık bir sokakta, kendisini de taşıdığı ayakların sahibini de henüz
göremediğimiz bir ayakkabının tıkırdayan sesiyle - yeniden - başlayacaktı
hikâye. Vakit epeyce geç olacaktı; o saatte uyumamış olmaya ilişkin, her
uyanığın kendine göre bir nedeni olacaktı. Sen içerinin sıcağından,
rutubetin yarı ıslak kıldığı çarşaflardan kaçıp balkona atmış olacaktın
kendini. Ben huzursuz bir rüyayı neden gösterecektim, tıkırdayan
ayakkabının sahibi ise, sokağı acelesiz adımlarla geçişiyle hikâyeyi
mümkün kılmak için orada olacaktı.
Gece ilerlemiş olacaktı; hava rahatsız edici ölçüde sıcak ve nemliydi.
Yapış yapış olmuş tenime dokunmaktan kendini alamayıp, ılıkça bir duşun
kısa süreli rahatlamasına başvurup başvurmamayı düşünürken işitecektim
sokağın henüz görünmeyen kısmından gelen ayak sesini. Sen defalarca
okuduğun o öyküyü elinde tutmuş ve öykünün canını en çok sıkan cümlesinde
takılmış olacaktın ayak sesiyle irkildiğinde. İstemsizce uzatacaktık
başlarımızı sokağın beklenmedik gürültüsüne doğru. Sessizleşmiş sokağın
olduğundan daha işitilir kıldığı topuk sesine şaşırmışlığımızın saatle,
sıcakla, gecenin karanlığıyla ilgili olduğunu düşünecek okuru hesaba
katmadan, belli belirsiz bir - tüm bekleyenlerin sotada tuttuğu –
heyecanın peyda olduğunu fark edecektik biraz da şaşırarak.
Şaşkınlığımızın bekleyişimizi kendimizden gizlemede çok başarılı
olduğumuza inançtan geldiğini ise çok sonra düşünebilecektik.
Ben ‘saçma’, sen ise ‘anlık bir zaaf’ ile açıklayacaktın durumu
muhtemelen. Boş vermeyi birbirine öğreten insanların en büyük başarısıdır
öğretmenini anımsamamayı başarmak. Oysa unutuş kaypaktır, kapı aralığında
bekleyen hatırlayışa yer açmaya meyilli bir haindir o. Ama henüz değil.
Henüz değil çünkü unutuş, anımsayış ve hüzün meraktan sonra gelir.
Nefesimizi tutarak bakacaktık, ayak sesinin yaklaşmakta olduğu yöne
doğru. İşitme duyumunun yoldan çıkardığı görme arzusu gecikmiş görüntünün
beklentisiyle tetikte olacaktı. Kurguya meyilli zihinlerimiz ise sesi
taşıyana dair olabilirlikler üzerine çeşitlemelere başlayacaktı.
Kendisini artık sevmeyen adamın kayıtsız varlığına tahammülsüzlüğünden
kendini sokağa dar atmış, uzaklaşabilmenin onarıcılığından medet uman bir
kadın getirecektin aklına. Yüksek topuklardan çıktığı çok belli olan sesi
işaret ederek dudak bükecekti zihnim ilk kurguna. Ekmek parasını bacak
arasından çıkaran bir kadın fikrimi klişe bulduğunu ima edecekti
parmaklarının kalemimden çıkmış bir öyküyü tutuş şekli. Geç saatlere
kadar sürmüş bir eğlencenin dönüşü olasılığına ihtimal vermek
istemeyecektik her ikimiz de kalplerimizin olağandışı olanın
kurgulanmasına düşkünlüğünden. Olasılıklar arasında gidip gelen
zihinlerimizin şiddeti değişmeyen sesin bir türlü görüntüye dönüşmediğini
fark etmesi zaman alacaktı. Orada olduğunun, sakin adımlarla yürüdüğünün,
bize doğru ilerlediğinin ama bir türlü görünür olmadığının bilincine
varışımızla mümkün olacaktı kapı aralığında bekleyen anımsayışın,
tıkırtının nedeni olanı önemsiz kılmaya başlaması. Oradaydın ve
oradaydım. Yönün bana ve yönüm sana doğruydu. Birbirimizi yürüdüğümüz
yollar kesiyordu önümüzü. Ne sen nettin görüşümde ne de ben seninkinde.
Söylenir, sorulur, yanıtlanır olmayan bir hikâyenin tıkırtısına kulak
kabartmışlığımızda yok saymaya çalıştıkça kendini var kılmanın yolunu bir
şekilde bulan bir hikâyede yan yana gelmiş ve yalnızca orada birbirine
yakışan sözcükler gibiydik. Bunları düşünmek canımızı sıkacaktı elbet.
Boş sokakta tıkırdayan ayakların sahibini görebilmeyi rahatlamanın tek
yolu olarak görecektik. Rahata ermenin ve unutmanın. Sesin geldiği yöne
dikilmiş bakışlarımızın buğulandığını söylemek duyuşa haksızlık
olacağından aklımızdan bile geçirmeyecektik.
Kalbimizdeki kırıklığa eklenecek bir tıkırtıyı kabullenmeye direnecek,
ses vermeden ‘nerede bu’ diyecektik. Nerede bu?
Nihayetinde anlar insan. Nihayetinde anlayacaktık elbette. Sen elinde
tuttuğun öyküyü, kalemimden çıkmış o öyküyü avucunun içinde buruşturarak
sırtını dönecektin sokağına. Ben ise kendi sokağıma son kez bakıp, ılık
bir duşun – geçici de olsa – yok edemeyeceği bir yapışma olmadığını
düşünerek banyoya doğru yollanacaktım.
Tıkırtısını sevmiş hikâye ise bildiğini okumayı sürdürecekti…