ÖYKÜ

Züleyha Akın  





 

BURCU’NUN HEVES’İ


Burcu’nun annesi Ayşegül benim arkadaşımdı. Oturdukları site benim sitenin yanındaydı. Arkadaşımın annesi 3 yıl önce ölünce babasının yalnız kalmaması için çekirdek aile babalarının evlerine taşınmışlardı.

Bir akşam beni yemeğe davet etmişlerdi. Evlerinde ailece akşam yemeği yiyorduk. Masayı beraber hazırlamaya başladık. Arkadaşımla mutfakta servis yaparken bir kişilik yemek ayırmıştı. Ben evlerinde kedi olduğu için ona ayırdığını düşünmüştüm. Kedinin bu kadar yemek yiyemeyeceğini düşündüğüm için kimin yiyeceğini sormuştum. O da “Benim bıcırık bir kızım var. İsmi Burcu. İşten eve geç geliyor. O da geldiğinde yer” demişti.

Biz hep beraber masaya oturup yemeğimizi yedik. Kahvelerimizi içerken salon kapısında ufak tefek güler yüzlü genç bir kız belirmişti. Hepimize selam verdikten sonra annesi bizi tanıştırmış o da bana “Sizi tanıdığıma çok sevindim hocam” demiş ve yanımıza gelmemiş, kaçarcasına üst kattaki odasına çıkmıştı. Doğrusu bu durumu yadırgamıştım. Ben de “Kendince bir nedeni vardır. Belki de konuk sevmiyordur veya benden hoşlanmamış olabilir” diye düşündüm.

Aradan günler, haftalar ve aylar geçti. Bazen kendileri benim evime geliyorlar bazen de ben uğruyordum. Burcu’dan eser yoktu. Sanki yer yarılmış, yer’in içine girmişti. Anne ve babası suskunlardı. Evlerinde adını koyamadığım bir hüzün vardı.

O günlerde el parmaklarımın kilitlenmesi ben bir hayli tedirgin etmekteydi. Fizyoterapist örgü örmemin parmaklarıma iyi geleceğini söyleyince örgü örmeye başladım.

Hapishanelerde kadın tutukluların küçük çocuklarını yanlarında büyüttükleri duyumunu aldığımdan dolayı çocuk patikleri örmeye başladım. Bir şekilde ulaştırabileceğimi düşündüm.

Yaklaşık 1 hafta sonra evlerine uğradığımda annesine Burcu’nun en sık giydiği kabanının rengini sordum. Önce çok şaşırdı anında toparlanarak “Krem rengi” dedi. Nedenini sorduğunda “kızınıza şal öreceğim. O nedenle kabanının rengine uygun olsun istemiştim” dedim.

Öbür hafta örgü şal’ı götürdüğümde annesi evden çıkmak üzereydi ki kapıda karşılaştık. Beni elimdeki hediye paketiyle görünce panikledi ve “Biz eşimle görüşe gidiyoruz” dedi. O gün hapishanenin görüş günüydü. Hiç tepki vermedim. Başka soru sormadım. Burcu’nun hediyesini vererek uzaklaştım.

Burcu yakınımızdaki bir cezaevindeydi. Şirket kurucusu olan babası bir yanlış (!) yapmış gözaltına alınmıştı. Kızı babasının şirketinde sorumlu müdür olarak atanarak tüm sorumluluğu alınca baba ilk duruşmada serbest bırakılmış, Burcu tutuklanmıştı.

Bir süre sonra Sincan kadınlar hapishanesine sevk edilmişti.

Tutsaklık yaşamına alışması çok zor olmamıştı fakat halsizlik ve iştahsızlık dayanılır gibi değildi. Her geçen gün artan mide bulantısı endişelendiriyordu. Kendisine yakın davranan cezaevi görevlisine durumu anlatarak revire gittiğinde durumu anlaşılmıştı.

3 aylık hâmileydi. Hapishaneye düşmüş olmasaydı sevdiği gençle çoktan evlenmiş olacaktı. Şimdi kayıptı. Bulunsa bile bebeği istemeyecekti. İsteseydi bile gencin ailesi istemezdi.

O hafta görüş gününde anne ve babasına durumu anlatmak zorundaydı. Annesi yanında olmasaydı baba çıldırmış gibiydi kızını parçalayacaktı. İnfaz görevlileri araya girerek babayı sakinleştirmişlerdi.

Bir gece Burcu’nun sancısı tutmuş hastaneye kaldırılmıştı. Annesi bebek çantasıyla birlikte kızını ve torunun görmeye gitmişti. Bebek çok güzeldi. Annesi bebeğine “Heves” ismini koymuştu.

Heves tam olarak 3 yaşına kadar cezaevinde yaşadı. 3 yılın sonunda anneannesi gelerek torununu aldı. Annesi 2 yıl daha yatacaktı.

Heves büyükanne ve dedesinin evinde çok mutluydu. Her hafta en güzel giysiler giydirilerek hapishaneye annesini ziyaret etmeye götürüyorlardı. Küçük kız kapalı ortamlarda duramıyordu. Ziyarete gitmekten korkuyordu. Korkuyordu çünkü gözünü açtığı o küçücük odadaki yaşamına geri gönderileceğini düşünüyordu. Dedesinin bahçeli evini çok sevmişti. Her gün düzenli olarak parka götürüyorlardı. Bir tek annesini özlemekteydi. Başka bir sıkıntısı yoktu.

Heves anaokuluna başladığında çok mutluydu. Arkadaşları vardı. Yalnız arkadaşlarının babaları genç insanlardı. Kendi babası (dede) çok yaşlıydı.

Bazı günler cezaevinde tanıdığı infaz koruma memureleri küçük Heves’i sevmeye geliyorlardı. Gözünü açtığında teyzelerini görmüştü. Cezaevinin avlusunda oynamasına izin veriyorlar bazen de Heves’in cebine çaktırmadan çikolata koyuyorlardı.

İki yıl sonra ilkokula başladığında annesi de cezasını doldurmuş eve gelmişti. Artık Heves’in iki annesi ve bir babası vardı.

Burcu annesi hapishanede yolsuzluk yaptığı için mahkûm olan eczacı bir kadının yanında çalışacaktı. İşler yoluna girmişti.

Bir sabah evlerine postacı gelerek sarı renkli bir zarf getirmişti. Bu bir mahkeme çağrısıydı. Heves’in babası velayet davası açmıştı. Küçük kızı sabıkalı annesinin yanına bırakmayacaklardı.

Heves’i mahkeme kapılarında olması ölümden de beterdi. Tüm aile bireyleri bu duruma çözüm üretmekten yanaydı. Sevdiği kadını terk eden erkek şimdi de babalık davası açıyor ve adalet istiyordu.

Heves’e acilen psikolog bulunarak tedavi sürecine geçildi. Küçük kız yemiyor, içmiyor ve konuşmuyordu.

Hafta sonu babası olduğunu söyleyen kişi Heves’i almak için evlerine geldiğinde evden çıkmamak için çığlığı basmıştı. Hiçbir yere gitmek istemiyordu.

Baba Heves’i kucağına alarak dış kapıya yöneldiğinde o gün son yediği yemeği ağzından adeta hortum gibi fışkırtarak babasına denk getirmişti.

Esasen ne zaman babaannesi ve babası eve gelse karın ağrısı başlıyordu.

Baba artık kızına daha fazla acı çektirmeye hakkının olmadığını anlayarak geri döndü ve küçük kızı büyük annesinin kucağına vererek evden uzaklaştı.

04.01.2022


içindekiler    üst    geri    ileri   




 39