ÖYKÜ

Pelin Şanlı Türgen  






 

GECEYE BİR KALA


“Acının yerini anılar alıyordu hani” dedi adam.

Kadın güldü. Yerini alan anıları acıya tercih eder miydi sorusunu hatırladı. Bir seçim hakkı verildiği zamanlar çocukluğu boyunca hep o kolalı başta lezzetli sanılan sonradan ağız ekşiten şekerler seçmiştir. Oysa ki yine yanlış olduğunu beyaz ince çubuğun alameti farikasını gün ışığıyla görünce anlardı. Yine öyle olur muydu diye hayat boyu tercih yapmak tercihlerin sonuçlarından daha çok yordu onu. O küçük kızın hafıza izleri ne zaman silinirdi. Deseler on yıl diye beklerdi, inanın ki girer bir odaya beklerdi. Perdesi kapalı, tek sallanan sandalye, sürahi dolusu su ve kapağı olmuş ters çevrili bardak, bir de akşamüzeri güneşinin birer yusufçuk gibi havada asılı gösterdiği toz taneleri dışında bir şey olmayan odaya girer beklerdi. Böylesi daha iyiydi, bir yere geçer oturur; aynı bardaktan aynı serinlikte su içer, camdan nereye bakacağını düşünmezdi. Ne şahane saadet seçimler sunulmayan bir oda. Çocukluğunun temizlenip puripak bir ruhla çıkacağına anansa bir an düşünmezdi, yıllarca kalırdı. Ama olmadı, kaydırakta kayarken de birinin hayatından kayıp giderken de tercihler geldi hep önüne. Oysa tek siyah önlüğü tek beyaz kolalı yakası olmuştu. Niyeydi şimdi çok seçenek. Onca üniversite yılını aynı gri boğazlı kazakla geçirmek için değil miydi o pek de haz etmediği gruplarla yan yana dolaşması. Öyle de aşık olmamış mıydı, dedesinden kullanılmamış sözleri dışında mirası olmayan ve bu yüzden fazla cesur bu yüzden hep kararlı adama. Bugün bu işi de ancak o yapardı, bir tek o.

Şimdi adamın son sözünde sunduğu seçeneğe bak. Yine geldi yol ayrımı. Sırf bunun için araba kullanmayan, o babasının ısrarlı ehliyet kayıtlarına işleri bahane edip gitmeyen kendi değil miydi? Kavşak denen şey varken bir de üstelik bu kadar yol ayrımı, ne işi vardı o koltukta. Kaçtı, yok kaçış demedi de tercih dedi gülerek adına, öyle ya böyle yaşamak tercihlerin en alası olmalıydı edebi dilde.

Adam kalktı, camdan baktı, kar henüz hızını almamıştı, yalnız havada uçuşuyordu. Zaman tam gitme havası diye düşündü. Gitme anını hesaplamak. Vay be.Ne matematiksel, ne ruh yoksunu. Cebindeki anahtarı çıkardı, dolap üzerindeki ahşap, hasırları kopuk kutuya attı. Hani öyle fırlatmak da değil. “Sana son iyiliğimi yapıyorum bak” der gibi attı. Boş beyaz kutuyu da yanına koydu. Botlarında bağlar vardı. Şu an için en büyük zaman kaybıydı. Ayakkabıya yöneldi. Cebi yırtılmış parkayı aldı eline, eşiğe geldi. Unutmuştu. Ayakkabısını tekrar çıkardı. Halıların tozu insanların ruhundan daha kıymetliydi bu zamanlar. Hızlıca salondaki telefonu aradı, buldu, aldı, mal paylaşımı yapar gibi kabloları bıraktı prizde. Sonra sanki gelirken ekmek alayım mı deme rahatlığında ve her zaman sipariş veriri onulmazlığı ile “ilaçlar etkisini gösterir, nerede bulunmak istiyorsan oraya geç” diye seslendi. Ardından ayakkabı, eşik, merdiven ,marş ve kapanış.

Kadın yine boşluğa asılı kaldı. Şimdi acının yerine mi anı, anıların her biri yerine mi acı konmalıydı. Hiç son söz bu olur muydu? Sırf bunun için ona kızdığını düşünerek gülümsedi. Gülümseyişini düşünüp kötülemiyor muyum dedi sonra, bir telaş sardı yüzünü olmamalıya dair, aynaya koştu. Hah işte ona sormayan acı almıştı ilk boşluğu, önce gülümsemesi doldu, sonra o ilk tercihindeki göz kenarlarına, kenarlarından dudaklarına inen derin yarıklara, çene gamzesine, boyun derinliklerine sırayla acı doldu. “Sizin dünyanıza sığamıyorum”u ilk kimde okumuştu, son kiminle içine sindirmiştir. Tekrar aynada göz bebeklerine baktı., değişimin kaçınılmaz korkusu. Boşluk nerede başlamıştı. Bir ağacın tavana vuran gölgesi mi, göğe bakamayış mı ilk korku anı. Korku boşluğu boşluk da nice korkuyu içine çekmişti. Bir tek sevginin doldurabileceği onca zamandan herkes ne diye pılını pırtısını toplayıp gitmişti.

Saçları siyahtı neyse ki, ne iyi edip de vazgeçirmişti çok konuşan kuaför çırağı onu kızıla boyamaktan. Adı da neydi o rengin hah, Gece mavisi, ne hazin renkti siyahın parlaklığını anlatmak için. Şimdi de acıyla dolmayan tek yer zaten acının rengi olan saçlarıydı. Beyaz, bembeyaz çarşaflara yatırdı onları, bir de ağırlaşmış bedenini. Yine kapattı gözlerini, giden tercihini düşündü. Ne çok anı, ne çok, acaba anı mı acı mı, ansızın acı ansız anı, acısız hangi anı, ansız acı, anı, an ve acılı bir an, nefes-siz….



içindekiler    üst    geri    ileri   




 25