Cem Nalbant   

  DRAMATİK ŞİİR 







YALNIZLIĞIN EDEPSİZ TANRILARI

 



Koltukta,

Sanıyorsunuz,
kahveniz sıcacık fincanınızda,
koltuğunuz; dilediğiniz, arzu ettiğiniz bütün konforu size sunuyor,
elinizde kitabınız, Soren Kierkegard,
sayfalarda biriken düşüncelerin, sizi hayatın ne tarafına demirlediğini düşünüyorsunuz,
kelimeler, başlıklardan aradığınız anlamlar,
kalanını okumasanız ne kaybedersiniz,
kayıp,
sokaklarda mı birikmeye başlamıştı ilk,
evinizin sokağı, sokağınızdaki eviniz,
aile; kimden oldunuz? Kimden doğdunuz?
Kaç kişi başladınız kendi hayatınıza?
Kaç kişi kaldınız bu yaşınızda, oysa kalabalıktı haneniz,
suskunluklarınızın müsebbibi, uykularınızın karabasanı,
yalnızlığınızın edepsiz tanrıları.
Koltuğunuzda sızıp kalmaya başladınız bu yaşta,
koltuğunuz tek kişilik, ayaklarınızın dibinde bir gözü kör kediniz,
elleriniz göğsünüzde birleşivermişler, kafanız yana yatık,
göbeğinizin üzerinde ters döndürülmüş bir kitap; kahkaha benden yana
kapağında kitabın umarsızca gülüyor size leke leke insanlar,
uykunuz tek kişilik, ayaklarınızın dibinde bir gözü kör kediniz, uykulu
ama uyanık, elleriniz terlemiş, okşamaya kalksanız bir gözü kör kedinizi
kaçacak yanınızdan, biliyorsunuz.
Sanıyorsunuz,
kahveniz sıcacık fincanınızda,
uyanmaya çalışıyorsunuz hâlâ,
kahveniz su kokuyor, ayılamayacaksınız,
ellerinizin teri kurumuş, yapış yapışsınız,
bir gözü kör kediniz ayaklarınızın dibinden yavaş yavaş uzaklaşıyor,
bir sağa yalpalıyor, bir sola, gülemiyorsunuz, sanki çok yorgunsunuz,
göbeğinizde ters çevirip bıraktığınız kitabınız;
çocuğu büyüyüp sütten kesilmesi gerektiğinde,
Annesi bekarken ki gibi saklar memelerini, o zaman çocuğun artık annesi yoktur.
Annesini başka bir şekilde kaybetmeyen çocuğa ne mutlu!
Okuduğunuz son cümle hatırlatıyor annenizi, ne zaman ve neden kesildiniz sütten bilememenin ve öğrenemeyecek olmanın sıkıntısı, sabahın/gecenin körü, körlüğünde,
görünmeyene, bilinmeyene uzak kalmışlığınız, kahveniz daha da soğuyor, artık görünür de değil bir gözü kör kediniz. Pencere açık kalmış,
sabaha kadar bütün kokusu şehrin evin içine dolmuş,
midenizin bulanması bundan olsa gerek, kusmuğunuz şehir tadında,
ayaklarınızın dibinin kiracısı değişti, bir gözü kör kediniz gören gözlerinizden uzak,
ayaklarınız ekşimiş şehir kokuyor, kalkmak istiyorsunuz, bir an önce ayaklarınızı temizleyip,
temiz adımlar atmak istiyorsunuz, o kadar kolay değil bu maalesef!

  

Sizin de mi hayalleriniz vardı? Siz de mi bir zamanlar sahibi olamayacağınızı düşündüğünüz şeyleri düşlediniz durdunuz,
kim bilir, geceleri yatağınızda yalnız, uykunuzda uykusuz, düşünüzde sisler içinde dolanıp dururken, hayal ettiniz!
Annenize ve babanıza şaşırdınız ilk, hiç şanslı hissetmediniz kendinizi insan olarak doğduğunuz için, ne varlığına inandınız tanrıların, ne de evrende hem yalnız hem kalabalık olduğunuza, bilmediğinizi söyleyebiliyor olmanın huzurunu tattınız ilk doğumunuzdan beri, hayallerinizi anlattınız ilkin, yaşadıkça sırlarınızı açık ettiniz tüm dostlarınıza, gizli yaşamadınız, ama yalnız kaldığınıza inandınız her zaman,
neydi ki, şunun şurasında hayatınıza dair bir kesit, bir parça,
kimse bilmeyecekse, kimseye anlatmamanız gerekiyorsa neden yaşıyordunuz,
hayattan korkmadınız,
kalabalığına tıkandığınızı düşündünüz, gırtlağınızda hiç düğümlenmedi kelimeler, gırtlağınızı acıtan, duyulmama korkusuydu, -ki boşuna yaşamıyordunuz bu korkuyu.

  

Hâlâ koltuktasınız, ne bekliyorsunuz, bir an önce temizlemeniz gerekmiyor muydu adımlarınızı?
Yeterince okumuş olmalısınız kucağınızdaki kitabı; yüzeysellik ve gösteriş yapma arzusu nedir? Yüzeysellik, gizleme ile ortaya koyma arasındaki hayati farkın kaldırılmasının sonucudur. Boşluğun tezahürüdür, fakat sadece kapsamın söz konusu olduğu yerde kazanır, çünkü parlak taklitleriyle insanların başını döndürme üstünlüğü vardır.
Ne saçmalık!
Kalkın artık o koltuktan!

  

Güne yeni başlayan şarkılar geliyor kulağınıza,
gecenin köründen süzülen çığlıkları bastırmaya çalışıyor,
gücünün yetmeyeceğini bile bile…
Siz ağlamış mıydınız, koltuğunuzda sızmadan hemen önce?
Bir ses duyar gibi mi olmuştunuz?
Ya da bir ses miydi o anda duymak istediğiniz?
Ne kadar çok soruya çoğalıyorsunuz durduğunuz yerde,
oysa cevaplamak için durmuştunuz, cevap ararken sorulara çoğalmak,
bu kadar cevapsız soruya hangi cevap için birikmiştiniz, hatırlıyor musunuz?
Kucağınızdaki kitaba dönmeyin n’olur, orada değil asıl sorunuz, bana inanın.
Hayatın her zaman kendisiyle alay ettireceğini mi sanıyorsun?
Size söylemiştim bakmayın diye, bir soru daha çoğaldınız.

 

Elleriniz ne kadar kaba kalmış,
parmak izleriniz okunaksız, hiçbir suç hanesine işlenmemiş insan denen illetin
kurulu düzeninde, çarkları sıkıştırmayı beceremediniz belki,
belki istemiyordunuz da, fakat
bir parça olmadınız hiç, kurulmadınız, sustunuz belki,
ama vardı sebebiniz,
size söylemiştim bir an önce kalkmalı, önce elinizdeki
kitaptan sonra adımlarınıza birikmiş kentin ekşi kokusundan
kurtulmalısınız –ki yeniden anlayabilesiniz neyin ne kadar parçası olduğunuzu.

 

 

 


Evin içinde yeniden yürürken,

Hanenizin kalabalığından eksile eksile kaldınız bu aynada bir başınıza,
hatırlıyor musunuz ilk giden kimdi?
Bazen, bazı sorular cevapsız kalmalı değil mi?
Siz son kalansınız bu evde, bunu böyle kabul edeli
o kadar zaman oldu ki, ne bir soru, ne bir cevap,
yalnızlığınızda eksilmek
istemiyorsunuz artık.



Aynada suretiniz, kendinize aynada bakmayalı,
suretinizde son hasadınız yansımayalı unutmuştunuz,
kör olmakla, gör olmak arasındaki ayrım sizi hep adım atlatarak
geçirdi eşiklerden, bu yüzden eksildiğiniz çağ sınırında gözleriniz
hep birikti, hep birikti…
Kitabınız koltuğunuzun altında, buz gibiliğiyle kahve fincanınız bir elinizde,
koridordaki bu ayna sizin için değil, biliyorsunuz,
çıplaklığınızı yeniden keşfetmenin vakti mi?
giyinmeseniz de olur gerçi ama bu kadarı bir anda fazla gelecek
bu eve.

 

Mahrem odalar, kat kat, akrabalarınıza ait olanlar, büyük babanız ve büyük anneniz,
anneniz ve babanız, mahrem gecelerin iniltilerini duymamak için belki, belki çıplaklığın
seyrinde geciken ölümünüz
hayır
uyumamalısınız, bugünlük/gecelik yeter bu kadar uyku.
Uyanmak için kalktınız koltuğunuzdan hatırlamıyor musunuz?
Uyumamak için sıcak, uyanmak için soğumuştu kahveniz
karnınızdaki sıcaklık, kitabınızdan taşan sorular,
evin içindeki kömür kokusu,
ayaklarınızda ekşimiş şehir birikintisi,
burnunuzda hâlâ o keskin koku, damağınızdaki kekremsi tat,
beyninizde kelimeler, anılar, korkular, bütün vücudunuzu kemiren
emirler, yapmak zorunda olduklarınız,
susun, ya da, susmayın, siz bilirsiniz.

 
 
Sahibini arıyorken ses, sizin kulaklarınız
Neden bu kadar sağır,
Duymuyor musunuz? Evinizin duvarlarından yansıyor bütün geçmişiniz,
Susmayı seçmeyebilirsiniz belki fakat, duymanız gerekenlerden kaçmamalısınız,
Bunun anlamını size kimse anlatamaz, kelimelerle oynayan bir insanım ben
Yalnız, sizin duyduklarınızı duymam mümkün değil maalesef,
Fakat kelimelerde gizlenecekse eğer sırrınız, izin verin,
Taşıyabildiğim kadar taşıyabileyim emanetinizi.

  

Sandınız beni; kelimelerin içindeki harfler kadar
Yalnızken işe yaramayan, bütüne varmak için onsuz olmayan
İşaret gibiydim,
Yüzünüzde eksik bırakılan bütün tepkilerin sorumlusu kıldınız beni daha çocuk yaşımda,
Eliniz kalkmadı belki, suretimde iz bırakacak kadar,
Ama taşıdım hep sırtımda, son olmanın kederini, bunu bana bir lütuf saydınız
İçimde hep biriken ama kaynağını bilmediğim korkuların,
Odalarda duvarlara çarpıp durmasının çıkardığı seslere karşı hep küçük saydınız beni
Karşısında duramadım eskimişliğinizin,
Karşımda duramayacak kadar kalabalıktınız siz, ben en sonuncuydum çünkü,
En sonda durmalı, sizin izinizde üşümeliydim, en son ben üşümeliydim,
Bir rüzgarın bile en kirli, en kalabalık haliydi benim yanaklarımı sıyıracak olan.
Kendi kendime öğrenemeyeceğimi düşündüm uzunca bir zaman,
Kendi kendimde hep küçücüktüm, dünya o kadar büyüktü ki
Ben önce size sonra tanrıya inanmıştım, tanrıya inanmayı unuttum artık,
Ama sizi sevmeye alışmıştım.


 
Ayaklarıma kaynar sularla haritalar çizmiştim bir sabah,
Kömür sobasının önünde duran çaydanlığa nasılda bilmeden girmişti
Tanrıya en çok inanan ayağım, üzerinde belirdiğinde yanık izlerinden o belirsiz harita
Yolcu olmam gerektiğini anlayamamıştım, çok güzel tedavi edildim,
O yaşta siliniverdi haritalarım ayaklarımdan, bir daha asla o yolu bulamayacağım korkusuydu uzunca bir zaman bir başıma uyumama engel olan, ya yolda tek, ya yanınızda kalabalık kalmalıydım,
Kaldım.

 
 
Büyümeye başladığımı sandığımda büyülenmiştim, bir gurbetçi kızın mahalle arasına sıkışan aşkıyla kavruldum bir zaman, coğrafya derslerinden nefret etmemin sebebiydi o kız, gitmek korkusuydu beni o yaşta atlaslardan nefret ettiren.

 

Kapılara parmaklarım sıkışıp kalıyordu, koptuydu bile o minicik parmağım bir keresinde,
Onu da dikiverdiler doktorlar yerine, yaşım küçücüktü, kaynadı parmağımın ucu vücuduma,
Ruhum dilim dilimdi oysa, bir türlü kalabalıklaşamıyordum kendi içimde size karşı, oysa parça parça olabilirdim o zaman, şimdiki yaşımda ağır gelmem kendime bu yüzdendir,
Biliniz istedim, anlamadınız bile.

 

Bazen kelimelerden düş kurdunuz kendinize,
Çatısında gecenin tanrıları, uzak zamanların, hatırlanamayanların
ağırlığı, diri diri gömülmüş ruhunuz bedeninizde, kendinize
kendinizi kabul ettiremediğiniz uykular/uykusuzluklar,
farkında olunamamış/olunamayan/olunamayacak olan kendiliğiniz,
sizi herkes tanır, bilir, sever/nefret eder ama hepsinden öte de sizin yaptıklarınızın
yaşadıklarınızın nedenini sizden başka herkesin biliyor olmasıdır. Asıl mesele
bu değildir aslında ama böyledir, değil mi?
 
 

Birdenbire bir kararın sorumluluğu, herkes sizden mi beklemişti?
Durup dururken kimse sizi üzmez değil mi? Sizi üzmelerinin bir nedeni mutlaka vardır,
Siz sanırsınız kendi tarafınızda, onlar bilir, sizinki de ne ki!

 
 
Kimse hatırlamaz aslında nerede başladığını, siz sanırsınız ama,
Bilememenin verdiği hazla anlatmak istersiniz insanlara, dinlemiyorlar diye kızmanın
Alemi yok, bilmediğinizi dinlemelerini istemenin nasıl bir açıklaması olabilir.

 


 

 

Akşam karanlığı bastırırken,

Yatağınızda uyumayalı o kadar zaman oldu ki aslında,
özlememeyi öğrendiniz uykuyu, sadece
ihtiyacınız olduğu zamanlarda değerlendiriyorsunuz, o da nerede olursa,
fark etmiyor,
kimi zaman koltuğunuz, tek kişilik, iki kişilik, üç kişilik,
hepsinde kendi uykularınıza yatıyor kendi gecelerinize uyanıyorsunuz,
gecelerin ve gündüzlerin uykunuzda kurulan çatısı, asla aile kuramayacak
kadar inanılmaz rüyalarla donatılmış olmanız, sizi o çatının altında
bir kurban gibi kurtarılmaz kılıyor aslında, uyandığınızda hatırlamıyor olmanız
sizi bugün ayakta tutan tek şey belki de, bu gerçekliğin içine taşınamayacak kadar inanılmaz düşleriniz, uykusunda kör kalanın
gerçeği görebilmesiyle ilgilidir biraz da tek kişilik uykular.

 

Kar yağmaya başlardı kimi geceler, bembeyaz, apak gece,
Karanlıktı haneniz, oysa kar yağmasını beklerdiniz,
Uyumak için, gece ve lamba, ve renkti sizi kendinize taşıyan,
Karanlık evinizin gece karanlığında hep renk yağsın isterdiniz,
ay tanrısı, kar tanrısı, rüya tanrısı, bilgi dağarcığınızda var olduğunu
bildiğiniz ama adını hatırlayamadığınız ya da var olup olmadığını
(yaratılıp yaratılmadığını, düşünülüp düşünülmediğini) bilmediğiniz
ses ve biçimle ve güç ve varlıkla hizmetkârı olabileceğiniz
gölgelerin, olmadığını gecede, belki de sırf bu yüzden korktuğunuzu ve
belki de sırf bu yüzden gecenin karanlığını bozacak arayışlarınızı düşündünüz,
masanız çok kalabalık Sayın Bay/an, düşleriniz çok çıplak, mahrem, sırlı
tüllerle örtülü hikâyeleriniz aslında oysa, nasıl olur da beklersiniz
tülden duvarların ardında bir ölüyü bulmasını insanların.

  

ışıkları yakıyorsunuz birer birer,
ellerinizin titrediğini fark etmeniz durdurmuyor sizi, gecenin
yavaş yavaş gelmesinin korkusu mu ellerinizi titreten
yoksa, boşu boşunalıktan mı yoruldunuz,
kimse görmeyecek nasılsa aydınlığınızı,
kimse bilmiyor karanlığınızı,
kimse sizden beklemiyor, kimse sizi beklemiyor,
gidecek bir yeriniz yok, kalacak yere ait olmamanız fark etmiyor,
zaman sizin ellerinizde değil, onu siz yarattınız ve ışık koydunuz içinde bir yere
işte sırf bu yüzden okurken bile kokuyor kelimeleriniz.


 

Uykunuzun en güzel yerine birikirken sesiniz,
Duyulması zor kelimeleri besliyorsunuz aslında uykunuzun köründe,
Kalkmak gerekir bazen, hem uykudan, hem karanlığından hikâyenizin,
Bir sese ihtiyacınız vardır, duymanız gerekir, bir sıcaklık, bir gerçeklik,
Gerçeğin sıcak olmayacağını bile bile, akşamın karanlığı çöker sisinize,
Görmek zordur bir zaman sonra, göstermek zor,
Durup durup, bakmak gerekir, oysa kördür gece ve düş uykuda birikir sadece,
Biliyor olmanın yalnızlığında, bilmek biraz da gebe bırakır sizi sese,
Oysa sadece ölüme doğuyorsunuzdur bir hikâyede
ve kelimeler, işte ordadır, biriktirmişsinizdir,
Ses olsun istemişsinizdir siz, oysa katildir biraz da tek kişilik hikâyelerde…

  

Diri diri yakılıyor hikayeniz,
Bir kitapta kelime, bir zamanda yalnızlık,
Varoluşunuzun yönünde kayıp bir ses,
Gittikçe uzaklaşıyor,
Gittikçe uzaklaşıyorsunuz,
Korku kısır bir gecede yakalıyor sizi,
Kimin yanındasınız, oysa değil yanınızda, yakınınızda kimse,
Bir isim, bir nefes,
Masanızın kalabalığından bekliyorsunuz sizi kurtaracak şeyi,
Bembeyaz bir kağıdın insanı bu kadar çoğaltabileceğini
İlk o zaman fark ettiniz,
İlk kelimeniz, kim bilir kimin eline kayboldu, sadece zamanını
biliyorsunuz ilk kaybedişinizin,
belki, bulur musunuz bir zaman?
Sonra,
hep sayfalara eksilip, sayfalarda biriktiniz,
insanlara anlatamıyor olmanın çaresini,
insanlara okutmak olduğunu düşündünüz bir zaman,
-ki bilseydiniz insanları, tanıyor olsaydınız gerçekte,
buna inanmazdınız,
sonra bir gün okudunuz,
“sisin çaresiyse daha koyu bir sis,
çık, kal, bindiğin o sim bulutta,
yüksel ve koyul yola önce, gel
ve yağ sonra: durula, arındır,
yeniden doğur”
anladınız, değişmesi gerekiyordu
ve değişiminizi engelleyemezdiniz değişmenin içinde.
Devamını aradınız gecenin, denizin, yolun, bitebileceğini
Düşündüğünüzde gecenin, denizin ve yolun, ve bittiğinde
İnsanın neden uyuması gerektiğini anladınız
Ve neden uyuyamadığınızı
ve neden uykusuzluğun bir büyük farklılık olduğunu
ve uyku gözünüzde bu yüzden kör, bu yüzden kulağınızda sağır
bu yüzden kokusuz bu yüzden teninizde bu kadar hissiz
diliniz bu yüzden pas tadında…

 

 

 

Sigaraya övgü,

Duman birikir mi?
Taşar mı?
Dudaklarınız; kuru, tek kişilik,
Elleriniz; tir tir titriyor, kaba,
Gözleriniz; yaşlı, ıslak, (ve kör biraz da)
Ayaklarınız; ellerinizin izinde, yolsuz, yolculu,
Saçınız; kirli, ıslak ve dağınık, tek kişilik uykudan artan yatak gibi, uykusuz,
Sakalınız; var olan da mor, yok olan da izsiz,
Diliniz; sessiz ve sisli, yolcuya korkak (konuşmamanın, konuşamıyor olmanın nedensizliği)

  

Duman birikir!
Taşar!
Kendi sisinde hikayesinin, bilinmezdir varlığı,
Tükeniş denir eksilişine,
Taştığı yerde yatağından uzaktır,
Aksa, yolunu bulsa, dumandır sadece,
Sesi içinde taşır, göremeyen duysun diyedir.

 

Soğuktur ve sıcaktır,
Acısı kendi tadının avcısıdır,
Kibirlidir, ateşin varlığını taşır, ucunda,
Yanında, yöresinde, aslında dilde birikir,
Yükü, ölümün işaretidir, sebepsiz değildir bir teki bile.
 
 
Yanını yakınını yalnız bırakmaz,
Bir duman içinde, biriktirir,
Sisin içine eksilir,
Taşır
Taşınır
Yan yanaysanız, bilmeseniz bile yeter
hissi kablel vukuu

 

eşikleri yaşamaya başladı hayatınız,
duru durup, çoğalıyor,
durup dururken eksiliyorsunuz,
dilinizde eksik bırakılmış bir tat,
dokunsanız /dilinizle
elleriniz kıskanacak, biliyorsunuz…

 

yaşınız geldi eşiğe,
bir adım öncesinde yalnızdınız,
kimsenin anlamamasını, sigaraya tutkunuzu
ve yalnızlığı kabulünüzü
bir adım sonrasına iki kişilik taştınız,
sihir gibiydi, şapkada biriktiniz,
kelinizin gün be gün artması bundan,
dişlerinizin sarılığı, dilinizin tatsızlığından geliyor,
biliyorsunuz ve bu yüzden bu kadar yorgun
bu yüzden bu kadar korkak,
bu yüzden bu kadar cahil ve açsınız…
susun şimdi ve yazın; geceden ve gündüzden,
sudan ve topraktan, taştan ve ateşten, demirden ve çelikten,
kelimeden ve cisimden, kitaplardan ve müziklerden,
kadından ve erkekten, aileden ve aşklarınızdan,
dostlarınızdan ve ölülerinizden,
odalardan, hollerden, merdivenlerden,
yollardan ve denizlerden,
okyanusta birikecek teninizden, damlalardan,
güneşten ve aydan
afyondan ve esrardan,
sırlarla örülü kapılardan,
çıkın, çıkın!
Daha da dışarı çıkmanız lazım,
Tanrıdan ve dinden,
Mabed’ten ve ülkeden,
Dünyadan ve ışıktan,
Çıkın, çıkın! Daha çıkın!
Kendinizden, sesinizden, kokunuzdan,
Ellerinizin hükmünden, ayaklarınızın izinden,
Görünenden ve duyulandan, sıyrılın,
Sıyrılın, çıkın ve şimdi, bir de buradan bakın…


 
Ne kadar zor değil mi?
sorulan ilk sorunun cevabını bulmak,
sanıyorsunuz!
Sanmayın.
Bildiğinizi biliyorsunuz!
Bilmediğinizi söylemeyin,
Ama konuşmayın,
Kanarsa, bırakın
Yara kanasın…
dilde birikene inanmayın…

 


 

 

Geceleyin de çıkılır sokağa; korkmayın,
 
Uykuyu bölmek sizin marifetiniz,
Geceye biraz da bu yüzden borçlusunuz,
Çünkü öğretti size bütün ömrünüz boyunca,
Uykunun bölünebileceğini,
bölünen uykularda yarım kalan düşlerin/kabusların
devamının olmadığını.
Bölünen uykunun parçası olmak demek,
Gecenin sihrini ellerinizle değil belki ama
Ayaklarınızla yaşayabilmek demek,
İşte tam da bu yüzden, durmayın,
Geceleyin de çıkılır sokağa, korkmayın.
  

Sisli gece,
Değil mi ne kadar da güzel!
Ses yok, ışık yok,
Koku yok, ve dokunamıyorsunuz hiçbir şeye,
Bir tek ayaklarınız, yürüyor kendi bildiği şekilde.
Bende yürümüştüm bir zamanlar,
Adım adım çoğalmıştım şehre,
sokaklara ve sokak lambalarına,
gecede bir başına kalmış insanların,
beni yalnız bırakışlarına şaşırmıştım ilk,
istediğim buydu sokağa çıkarken, yalnız kalmak,
fakat sokakta yalnız olmanın ötesine geçip
yalnız bırakıldığımı hissettiğim o ilk an,
o anı hiç unutamıyorum, sizin için üzgünüm sevgili ayaklarım
sizi bu çağında varlığınızın, yolsuz bırakan benim yarım düşlerim,
onların uykusuz korkulukları değil, değil kesinlikle.
Ola ki bir zaman olur ve uzar geceye gün,
İşte o günün gecesinde, eksik bırakmayın adımlarınızı yoldan,
Gölgenizin sessiz izinde yürüyün bir kerecik olsun,
Bir kerecik olsun, bırakın ve onların sınırına götürün kendinizi

 

Uzak yola gece yolcusu olmayı düşledim, uyandım.
Uzak yola gündüz yolcusu olmayı düşledim, uyandım.
Uyandırıldım çok erkendi yaşım,
Çiğ damladıydı ellerime,
Ayaklarım üşüdüydü,
Karnım aç, gözüm toktu,
Ayaklarımda yaralar, ellerimde izler,
Nereye gidersem gideyim bulunuyordum.


 
Kaçak yolcu olamayacak kadar iki kişiliktim,
Kalakalmıştım kömürün kara karanlığında,
Sessiz üşüdüğüm bir yoldu, çığlık çığlığa uykudaydım,
Sokakları aşamıyordum,
Çok derindi evlerin arası,
Temelden başlayan bir büyüydü belleğimi ikiye bölen,
Biri olmadan yolda eksik, yan yanayken kalabalıktım, Kaçsam, kaybolurum,
Sussam duyulur,
Sicim sicim yağmur vardı yolumun üzerinde,
Islanmak; sihriydi yalnız yolcunun, bataklıkta
Ömür biriktiren, çürüyen adımlardı gölgede kalan
Ve ben, biliyordum aslında,
Geceleyin de çıkılırdı sokağa, korkmamalıydım.


 
 

 

Kör gözümde,

Siyah birikir,
Taşar, damarlarınızdan,
Korkularınızda birikirse hece
Söz belki de söylenmemelidir gecede.
Bir isim,
Şarkı dinledi sonra, sesi kulaklarınızda sis tadında,
Kutu gibi evinizden, ilk çıkıştı gerçek anlamda,
Yoldunuz, yolcuydu zaman hanenizde,
Kim kimi taşıyordu, bilmiyordunuz,
Hiçbir sınıfın isim defterine sığamıyordu kimliğim,
Elimde silah olmadı hiç, kafama dayanırken namlu soğukluğu
Korktum belki de, devletten çok insandan korkmam gerektiğini
İlk o zaman öğrendim, insandan korkarak ona güvenmem gerektiğini
Öğrendim, anlatamadım…

  

Anlatacağım;
Kadınların hanesine biriktim ilkin, yada biriktirildim
Biriktiğim yerleri bilmiyorum, biriktirdiklerim taşırdı beni,
Kelime olmaya kalktım ilkin, sonra ses,
Ne okunabildi yazım, ne duyulabildi sesim,
Sanılmakla yetinildim,
Duramadım, gittim,
Gittiğim yere mi gelmiştim, geldiğim yere mi gitmiştim bilemedim,
Hiç durmadım, duramadım, dursam düşecektim, biliyordum,
Sanıldım, bir kere daha söylemem gerek, anlatamadım,
im, yada bilinmek istenmedim, sanılmakla yetinildim,
Ya da sanılmakla yetinildiğimi sandım, sandığım yerde mi kuruyorum hala…

  

Bebekler hep birbirine benzer, o zaman umursamadım
Benziyor olmayı, çocuklar aynı oyunları oynar, umursamadım
Aynı oyunları oynamayı, onlar gibi ıslattım altımı, onlar gibi koştum peşinden
Oyuncaklarımın, taştan kaleler kurdum, kumdan kaleler kuramayacak kadar uzaktım denize,
Denizin yanında denize bu kadar uzak oluşumu ilk kendisinden duydum,
İnanmadım,
denizden uzaklaşıp, karada aradım suyu,
Doyamadım, duyamadım,
Ne dalgada taşındım, ne suda bilindim,
İlk adımımda öldüm, bir daha ne zaman doğacağımı bilemedim,
Bir zaman sonra sanılmayı umursamadım,
Biliyordum, büyümüştüm, yada sanılmıştım,
-ki bu son sanılmam sanmıştım, buradan sonra sanı olmayı
kabullenmiştim,

  

(bugün bir inci tanesinin karşısında yeniden korkuyorum sanılmaktan,
araya zamansız giren cümleler,
arada aklımdan bir türlü çıkmayan uzaklıklar,
uzaktan ses, uzaktan varlık,
uzaktan yakın, sıcacık…)

  

tek; parça…
kimliksizim, geçmiş zamandan kalmış,
bugüne taşınmışım,
bugün biriktiğim hanelere bakıyorum,
durduğum yerden, yaşadığım hanelere,
bir ses olsun isterdim, sığınağım,
oysa ne zavallıydım,
çıplak pencerelerden korkan ben,
kırık kalemime tükürüyorum durduğum yerde.

  

Kördü zaman,
Pencerelerde biriken buğudan taştınız,
Taştınız ve taşındınız, göçebe ruhunuzu
Dışarıda biriken soğuktan korudu kelimeleriniz,
Gündüzleri görünmeyen pencere arkalarını
Geceleri perdelerle korudunuz,
Perdelerle korudunuz oyuncuları seyircilerden,
Sahnede, ölü vardı, göremediniz, perdeleri çoktan çekmiştiniz,
Kelimelerde kan vardı, göremediniz, kapatmıştınız kitaplarınızın kapaklarını,
Seste çığlık vardı, duyamadınız, çoktan boğmuştunuz onu siz
Kokuyordu sokaklar, duyamadınız, çıkmıyordunuz artık sokağa, kapatmıştınız
                                                                  Kapınızı, pencerelerinizi,
Çekmiştiniz perdelerinizi, korunaklı yuvalarınızda, besliyordunuz bebeklerinizi
Bez bebek, çalıyordu kapınız, birikiyordu önünde sokak durmadan,
Kör gözünüzde, kirpikleriniz sırılsıklam, korkuyordunuz
ve
Haklıydınız korkmakta,
Durup dururken ölünmezdi ki,
Şiirlerde ve filmlerde cesurdu kahramanlar,
İyilerin kazandığı bir hayata inandınız ve fakat tanımadınız ki hiç iyileri
ve
Ne yazık, kamera arkalarında ne çok hayat taşıyor/taşınıyordu,
Perdesiz, kapısız, kilitsiz, her şeyin görüldüğü, her şeyin duyulduğu bir hayata.
Kuş yuvaları güvenlidir, kalın orda. Nasıl olsa birileri verir su ve ekmek.

 

 

 

Kapkara gece,

Elinizde geçmiş zamanlardan kalmış bir fal,
Birikintisi kahve tadında bir ses,
Dilim dilim kelimelerle süslü şiirler,
Katilin bulunamayacağı filmlerin kahramanı olabilecek misiniz?
Boşa söylenmiş replikler, kimsenin dinlemediği, sadece seyrettiği bir film,
Kimsenin duymadığı, duyup önemsemediği, kimsenin bilmediği, bilmek
istemeyeceği şeyler üzerine bir film, ölüsü de kahraman olan bir filmde,
Katilden kaçamayacak bir ölü kahramana sahip bu filmde, rol almak isteyecek misiniz?
Koltukta oturmuş, kendi kendine düşünürken, ayaklarının dibinde şiirden korkan bir kedi
Varken, elinde bir fincan kahve, kitabını ters çevirmiş karnının üzerine koymuş,
Kahvesi soğumakta ve bir süre sonra katil tarafından öldürülecek bir kahraman,
Siz, kahraman olmak ister miydiniz o filmde? Kurtarılabilir bir kahramanı olmayan,
Sonu şimdiden belli, ne olacağını belirleyemeyeceğiniz bir filmin kahramanı,
Kameranın bir olmadığı film, kameramanın olmadığı, ışık olmayan bir filmde, kahraman olabilir misiniz?
Sadece senaryosu ve yönetmeni olan bir film, ama ne senaryoyu görmüş olacaksınız,
Ne de rolünüze hazırlanmak için vaktiniz olacak;

 

Bir gece, kapkara bir gecede, film olduğunu bile bilmeden,
Evinizde, koltuğunuzda, sıcacık koltuğunuzda,
Elinizde bir fincan kahve, ayaklarınızın dibinde şiirden korkan bir kedi,
Karnınızda ters çevrilmiş bir kitap, hadi kitabın yazarı belli olsun; Soren Kierkegaard
Ölmeniz/öldürülmeniz/öldürmeniz için bir nedene ihtiyacınız olmalı,
Senaryo gerçekliği biriktirmiş olmalı sizin için.

 

Kalkacaksınız koltuğunuzdan, aslında kimse kalkmanızı istememiş olacak,
Kendi kararınızla, hiç bilmediğiniz bir filmin kahramanı olacaksınız,
Ayaklarınız gitmek istemeyecek belki ama, şehrin kokusu o kadar ağır gelecek ki size,
Pencereyi açık bırakmanızın nedenlerini düşüneceksiniz,
Şehir; size iyi gelmeyecek, kusacaksınız, zaten ne kadar dayanabilirdiniz ki!
Siz bir filmin, zavallı kahramanı mı olacaktınız?
Katil de olabilirsiniz isterseniz, karar sizin,
Ama kapkaraysa gece, katil de, kurban da, yabancıdır aslında kendine,
Kapkara geceler sadece şiirden
hoşlanmayan kedilere iyi gelir,
Onlarda dayanamaz zaten kusmuğun kokusuna,
Gitmek için çok fazla sebebe ihtiyaçları yoktur,
Sadece sebep yerine geçebilecek bir olay yeterlidir gitmeleri için,
Ve giderler de, onlar gittikten sonra, ne filmi seyreden, ne filmi yöneten, ne senaryoyu
Yazan
Düşünmez sonrasını, katil kahraman oradadır, katil kurban da, başka kimse kalmadıysa
Orada,
Ölüm kapkara geceye yakışacaktır.


dizin    üst    geri    ileri  


 

 

 SÜJE  /  Cem Nalbant  /  sekiz ocak iki bin on dört      7