keziban perdelerle konuşuyor
koca ağzı, sarı dişleri, boş midesiyle
hiç yolunda gitmez işleri
kocası kahvede okey oynuyor eve gelmiyor
evden izinli ikisi de
gıdım gıdım ilerliyorlar
hiç tasaları yok yarın için
evin rengi her gece aynı: kriz
adam vicdanını hiç karıştırmıyor işe
cüzdanı tamtakır zaten
cumaya gidip pazardan oluyor
geç kalmış gibi musallaya
önemsemiyor gölgesini bile
en büyük oyuncağı gürültü
ensesine gömülmüş çile
kendinden kopmuş gözleri
damarlarının altında kimsesizliği
kirleniyor sessizliği bile
sakalları çığlık çığlığa suskun yüzünün sonunda
hevesi kum saati gibi birden tükeniyor
toprağa sanık teni, paslanmış demir
bir ağıdın ucundan düşmüş gibi sesi
kavisli yüzü yokuşlardan başlıyor
kar sakallarına dökülmüş
elleri zamanı donduracak sanki
kadın defalarca dilsiz
korkusu jiletin ağzına denk gelmiş gibi keskin
evin kapıları çatlamış yokluktan
dünya evin dışında dönüyor
suratı soğuk, hayat donmuş içeride
homurtular saplanmış duvarlara
keziban geceyi göğsünde taşıyor
güneş örtülmüş kimsesizliğinde
direnen parmakları erkeksi ve kuru
yüzü zemine karışmış hareketsiz
nefesi zor dolanıyor bedenini
saat beş buçuk canı yok
canını toplasan iki buçuk
ölümün hizasında süzülüyor
düştü düşecek boynu
gözleri çıkışı bulunmayan labirent
geçmiş gerdanında, geçmeyen ok
bakışı topraktan sonra başlıyor
emek noktalanmış parmak uçlarında
çocuklar ah çocuklar
adları bile terk etmiş çocukları
uzaklar dökülüyor gözlerinden
yüzleri görünmüyor aynalarda
seslerine oturmuş minik arzular
sıkı sıkı sarılıyor
iki kardeş bir yokluğun teninde