"Soracaksınız
Leylaklar nerede hani
Gelincik yapraklı metafizik nerede
Sözcüklerine incecik delikler açıp
Onları saçan yağmur nerede
Kuşlar nerede hani"
Pablo Neruda
Köy Enstitülü öğretmenim Binali Seferoğlu, “yarış atları yarışı kazanmak
için hızlı koşarlarsa yorulurlar. Yarışı kazanabilmek için hızını
yanındaki At’a göre ayarlarlar” demişti.
Yıllar önce Yıldırım Beyazıt Lisesinde öğrenciyken aynı sırayı
paylaştığımız bir arkadaşım vardı. İsmi Ayten’di. İkimiz de sınıfın
başarılı öğrencilerindendik. Düz ve uzun siyah saçlarını toplar atkuyruğu
yapardı. Nedense saçlarını hiç çözmezdi. Saç modeli yıl sonuna kadar
değişmezdi. Zeki bir kız değildi fakat çok ders çalışırdı. Ben sadece
dersi dikkatli dinlerdim. Eve gidince asla ders çalışmazdım. Ertesi günü
sınav olacaksa en fazla 1 saat çalışırdım. Arkadaşım bazen sabahlara
kadar ders çalışır, hiç uyumadan gelir, sınıfta uyuklardı. Yine de sınav
notları okunduğunda benim notumu geçemezdi.
Okulumuzun yan tarafında Altındağ Tiyatrosu ve bir de Kız Meslek Lisesi
bulunuyordu. O yıllarda toplumsal hareket hızlandığı için kız-erkek
ilişkilerine sıcak bakılmazdı. Okul çıkışı Dışkapı’ya kadar yürüyerek
oradan otobüslerle evimize giderdik. İş çıkışı erkek arkadaşlarımız sağlı
sollu konvoy oluşturarak bizi Yıldırım Beyazıt Meydanına ulaştırdıktan
sonra geri dönerler Kız Meslek Lisesindeki kızların çıkış saatlerini
beklerlerdi. Nedense Erkek Meslek Lisesinin maço öğrencilerinden uzak
dururduk. Bazen okulun futbol maçlarında haddini aşan kavgalarımız
olurdu.
45 kişilik derslikte üç kız öğrenciydik. Ayten, ben ve bize göre çok
alımlı olmayan arkadaşımız Saliha’ydı. Saliha düz ve uzun siyah saçlarını
kınayla kızıla boyatır, okulda toplarken, okul çıkışında hemen lavaboya
girer, acilen saçlarını nemlendirerek tarar ve dağıtırdı. Saçları özgürce
dans ederek önümüze geçerek salına salına yürümesi hala gözümün
önündedir. Bunca çabaya rağmen erkeklerin ilgisini çekmezdi.
O yıllarda tek kanallı izlediğimiz TV’de şampuan reklamları olurdu.
Nedense kepek sorunu çeken Neşe’nin saç reklamı açık ara öndeydi. Kepek
sorununu bilmem hangi şampuanla çözen Neşe’nin saçları ahenkle dans
ederdi. Müşerref’imizi kapatmayı unutmadığımız yıllar… Ahhhh o yıllar.
Tadından yenmezdi ki.
Ayten okula geldiğinde yanında her zaman poşet taşırdı. O poşette ne
olduğunu kendisinden başka kimse bilmezdi. Bir de ben bildim. Arkadaşım
Keçiören Tepebaşında şimdi görkemli Kale yapılan yüksekçe bir yerde
gecekonduda oturmaktaydı. Dik yokuş çıkması zor, inmesi kolaydı. Bir de
çamur deryasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Arkadaşım, evden
çıktığında soğuk kuyu lastik dediğimiz çizmeleri giyerek bu bölgeyi
aştıktan sonra ana caddeye iner orada çantasından çıkarttığı
ayakkabılarını giyerek okula gelmekteydi. Ayakkabısında çamur olmadığı
için zengin babalarının özel araçlarıyla okula bırakılan zengin bebeler
alay edemezlerdi. Çizme veya eski çamurlu ayakkabısını memleket sırrı
gibi saklardı. Bu sırrı bilen tek kişi bendim.
Lisenin son sınıfındaydık. Üniversiteye başvuracaktık. Ben Eczacılık
Fakültesini hedefliyordum. Kendisi asla bu bölümü düşünmüyordu. O yıl
mezun olduğumuzda ben kayıt olamamış, kendisi bu bölüme kayıt
yaptırmıştı.
Okulun son günüydü. O gün arkadaşımın morali çok bozuktu. Sınıfa
girmemeyi önermiştim. Amacım konuşmak ve sorununun çözümlemesine yardımcı
olabilmekti. Aile kızlarının üniversitede okutmasını istemiyor,
amcaoğluyla evlendirmek istiyorlardı. Arkadaşım ise asla akraba evliliği
istemiyordu, direnmek konusunda kesin kararlıydı. Çünkü anne babası
kardeş çocuklarıydı. Kendisinin de yakın akraba evliliği yapması
felaketine davetiye çıkartacaktı.
Yaz tatilinde annesiyle birlikte bizim eve konuk gelmişlerdi.
Geleceğimize ilişkin uzun uzun konuştuk. Bir hafta sonra bizi evlerine
beklediklerini söyleyerek evlerine döndüler.
Bir hafta sonra annemle beraber biz evlerine gittik. Uzun uğraşılar
sonucunda evi bulabildik. Ne cadde levhası vardı ne de sokak, evlerin
kapı numaraları bile yoktu. Hele o dik yokuşu çıkarken kalp hastası annem
çok fazla zorlanmıştı. Neyse ki inmek kolay olacaktı.
Sonunda evi bulmuştuk. Anne kız bizi sevgiyle kucaklayarak evlerine
almışlardı. Evde 7 veya 8 yaşlarında kız çocuk vardı. Küçük kız bizi
görür görmez öcü görmüş gibi paniklemiş, evlerinden fırlayarak koşmaya
başlamıştı. Yaklaşık 10 metre ileride sebze fideleri ekilmiş küçük bir
bahçede saklanmaya çalışmıştı. Annesi küçük kızına bizim dost olduğumuzu
anlatıyorsa da kızı bir türlü yanımıza gelmiyordu. Bu ailede bizim bir
türlü anlamlandıramadığım gariplik vardı. Küçük kız özel bir çocuktu.
Aile bu durumu kabullenmediği için özel eğitim okullarına göndermek
istemiyor bu durumu gizliyordu. Akraba evliliği yaptıkları için
kendilerine ağır bir fatura çıkartan aile kızının akrabasıyla
evlendirmeyi neden istiyordu? Bu anlaşılabilir bir durum değildi.
Ayten, Eczacılık Fakültesine başladı. İlk yıl sorunsuz geçmişti. İkinci
sınıfa geçtiğinde şiddetli ağrıları başlamıştı. Halsiz ve iştahsızdı.
Ağrılarını dindirmek için ağır ilaçlardan içmek zorundaydı. Bu durumdan
iç organları, özellikle mide ve böbrekleri olumsuz yönde etkilenmiş,
artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştı.
Bir gün beni telefonla arayarak okuluma geleceğini söylemişti. O gün
Genetik dersine girecektim. Benimle ders dinlemeye gelmek istemişti. Bu
duruma hiçbir anlam verememekle birlikte ille de kantinde zaman geçirelim
diye ısrarcı olmadım. Dersi ilgiyle dinledi, hocaya konuya ilişkin soru
sorarak aldığı yanıtları not etmesi dikkatimden kaçmamıştı. Okul
çıkışında aceleyle yanımdan uzaklaşmıştı.
Birkaç gün sonra hastaneye kaldırmışlardı. Bir ay kadar bir süre tedavi
süreci yaşadıktan sonra eve çıkarttık. Artık okula gidecek enerjisi
kalmamıştı. Evine çıktığının ertesi günü hastalığı nüksedince yeniden
hastaneye yatmak zorunda kalmıştı. O gece acı haber gelmişti. Ayten’i
sonsuza dek kaybetmiştik. Herkesin gitmesini bekledikten sonra çok
sevdiği Leylakları mezarına yaydım ve son konuşmamı yaparak gözyaşlarımla
vedalaştık.
Akraba evliliğinden kaynaklı genetik hastalık bir ailenin çökmesine neden
olmuştu. Oysa ne güzel hayalleri vardı.