Beni terk etmemesi, yuvamızın dağılmaması için elimden geleni yaptım ama
bir türlü ikna edemedim. Hâkim, “Sizi bir terapiste göndereyim” dediğinde
kabul eder diye çok umutlanmıştım ama "Hayır, istemiyorum" dedi. Ben de
mahkemede sorun çıkarmayacağıma söz verdiğim için mecburen katıldım ona.
Aynı gün eşyalarını toplayıp evi de şehri de terk etti.
Bir başıma kaldım. Günlerce evden çıkmadım, yemek yemedim, uyumadım,
elimde içki şişesi ağlaya ağlaya dolaştım odalarda. Odalar buz gibiydi,
sessizdi ve hayaletlerle doluydu.
Her gece mesaj attım, aradım, ağladım, zırladım, tekrar bir araya gelmek
için her şeyi denedim ama Nuh dedi peygamber demedi. Artık ikimiz için de
yeni bir sayfa açıldığını, ayağa kalkıp yürümeye başlamam gerektiğini
filan söyledi her konuştuğumuzda.
Onsuz nasıl yürüyecektim ki! O benim ilk ve tek aşkımdı, her şeyi onunla
yaşamış, her zorluğu onunla birlikte göğüslemiştim. Şimdi ilk kez
yalnızdım ve bu üstesinden gelebileceğim bir durum değildi. Birkaç ay
boyunca her gece sarhoş olup aradım onu -ya da yazdım.
Bir süre sonra telefonlarımı açmamaya, mesajlarıma cevap vermemeye
başladı. Bu durum beni çok üzüyordu, öfkelendiriyordu hatta, ama elimden
de bir şey gelmiyordu. Bu süreçte işten atıldım, mesai saatinde alkol
almakla suçlayıp kovdular beni. (Sarhoş bile değildim.) Ailem de bütün
desteğini çekti üzerimden. Zaten evliliğimizi hiç onaylamamışlar, karımı
asla kabullenememişlerdi. Şimdi de benim üzerime geliyorlardı: Yapma
demişler, etme demişler, dinlememişim falan filan. (Herkes vicdanını
susturmanın, kendini dışarıda tutmanın bir yolunu buluyor.)
Bir ara biraz toparladım, neredeyse kendime geldim. Dedim ki kendi
kendime: Ben bunu bir süre aramayayım, sormayayım, hem biraz acım
hafifler, ateş küllenir, hem de belki o biraz özler beni, hatasının
farkına varır. İçmeyi bırakıp iş bile baktım o ara, birkaç firmayla
görüştüm. (Hâlâ geri dönmelerini bekliyorum.)
Maalesef sadece iki hafta dayanabildim. Bu süre içinde bir kez bile
aramadı beni, öldüm mü kaldım mı diye bir mesaj bile atmadı.
Baktım böyle de sonuç alamıyorum atladım hızlı trene, Eskişehir’e gittim.
Madem öyle diyordum içimden, konuşalım her şeyi. "Açık açık." Böyle
kafamda kura kura gittim o yolu. Evinin önündeki büfeden iki ekstra
aldım, oracıkta yuvarladım biraları ve dayandım kapısına.
Çok şaşırdı beni görünce, hatta içeri almak istemedi. Ama dönüp gitmedim,
ona da dedim aynı şeyi, "açık açık" konuşalım her şeyi.
Oturma odasına geçtik, oturduk. Hiç konuşmuyor, acıyormuş gibi bakıyordu
bana. “Sen” dedim, “Beni neden terk ettin? Bak yaşayan ölüyüm şimdi ben,
yuvamı kaybettim, işimi kaybettim, ailemi kaybettim, doğmamış çocuklarımı
kaybettim. Değdi mi şimdi?” dedim, “Beni bu kör kuyulara atmana değdi mi?
Senin için ölürdüm ben be!” dedim, “Bir sözünle dünyayı ateşe
verirdim.”(Söyleyeceğim daha çok şey vardı, bir bir söyledim.) “Ailemi
karşıma almadım mı senin?” için dedim, “Eşle dostla bağımı koparmadım mı,
hayatımı uğruna adamadım mı?”
Öyle içli konuştum ki kendi söylediklerim gözlerimi yaşarttı, ağlamaya
başladım. Bir yandan da iyi ki ağlıyorum şu anda diyordum içimden, beni
bu halde görmesi iyi oldu, belki üzülür de döner hatasından.
Ağlamam bitince sustum ve bir şeyler söylemesini bekledim. Neden bilmem
titriyordu, o da birazdan ağlamaya başlayacak ve sonunda gözyaşları
içinde sarılıp barışacağız diye ümitlenmeye başladım.
Öyle olmadı maalesef, “Sen” dedi, “Ruh hastası bir manyaksın, beni
aldattın, üstelik defalarca. Takıntı derecesindeki kıskançlığın yüzünden
beni kimseyle görüştürmeyip neredeyse eve kapattın, her gece içip kafanda
kurduğun saçmalıklar yüzünden kavga çıkardın. Aileni arkana alıp yıllarca
baskı kurdun üzerimde. Beni nefes bile alamaz hale getirdin. Benim
düğünüm seninle boşandığım gündü, manyak herif! Artık defolup git
hayatımdan!”
Yıkıldım tabii, büyük bir hayal kırıklığı içindeydim ama kendimi tutmayı
başardım. “Ben seni aldatmadım” dedim, “Bir iki kerelik bir şeydi o.
Erkeğin elinin kiri bunlar, yıkarsın geçer. Aileme de laf söyletmem”
dedim, “İnsanın ailesi her şeyidir, haddini bil! (Böyle tane tane
anlattım her şeyi.) “Seven erkek kıskanır” dedim, “Sen beni domuz eti
yiyenlerden mi sandın” dedim. Eş dost dedik diye evimize girip çıkan
insanların mutlu yuvamızı bozmasından endişe etmemin gayet normal
olduğunu söyledim.
Öyle titreye titreye bakıyordu bana, içimden bir ses kalk sarıl şuna,
kucakla götür istasyona dedi ama sonra "dur" dedim, dur. Senin de bir
gururun var.
Sakinleşmesi için bekledim biraz. Sonra yüzüne böyle açık açık bakıp,
“Artık kararını ver” dedim, “Benimle misin değil misin, bu durum ikimiz
için de iyi değil. Sen de mutsuzsun ben de. Gel "açık açık" konuşalım her
şeyi, şu güzel yuvamızı bozup düşmanlarımızı sevindirmeyelim. Yüzümüze
gülüp arkamızdan konuşanların ellerine koz vermeyelim.”
Neden bilmem yine bağırıp çağırmaya başladı. (Söylediklerini burada
yazmayayım şimdi, ağza alınacak şeyler değildi.) Sakin ol dedim içimden,
elbet hatasını anlayacak.
“Ben” dedim, “Şimdi çıkıyorum. 22.00 treni için iki bilet aldım. Bak iyi
düşün, bunun dönüşü yok, istasyonda bekleyeceğim seni.” “Gel” dedim, “Boş
koltuk olmasın yanımda, karı koca evimize dönelim o trenle.” Ama yine
çıldırdı. (Boşandıktan sonra bir şeyler olmuş buna.) Bağıra çağıra
üzerime yürüdü, kolumdan tutup evden dışarı itti ve kapıyı suratıma
kapadı.
“Öyle olsun” dedim, “Bunu da sineye çekmesini bilirim ben, yuvan
dağılmış, mutsuzluğuna yoruyorum.” Seni yine de seviyorum ve yaptığın
terbiyesizliği öfkene veriyorum deyip ayrıldım oradan. İstasyonda
saatlerce bekledim ama gelmedi. Belki de hazır değildi, bilemiyorum.
Biraz daha düşünmeye ihtiyacı vardı belki de. İki ekstra daha içip bindim
trene, eve döndüm. (Boş koltuk can yakıyor dostlar.) Ev dediysem de...
Bomboş odalar, hayaletler, sessizlik ve kırık içki şişeleri...
Merak eden dostlara söylüyorum: Bu yazdıklarımın üzerinden dört gün
geçti. Şimdi biraz daha iyiyim sanki. Düşünüyorum. Diyorum ki bu kez en
az ‘üç hafta’ hiç arayıp sormayayım ben bunu, bir mesaj bile atmayayım.
Belki hatasını anlar, belki özler de o arar beni. Böyleyken böyle der,
seni yanlış tanımışım ben, bana ne kadar değer verdiğini anlayamamışım
der, gel her şeyi açık açık konuşalım der.
Der, der de ben yelkenleri hemen indirmem tabii, biraz da o acı çeksin,
sevmek, özlemek neymiş anlasın. Öyle en küçük kavgada boşanma davası
açmak neymiş görsün. Burnunu sürtsün ki bir daha aynı hatayı
tekrarlamasın.
Bunları yazdım, çünkü biliyorum ki benim gibi iyi niyetli çaresiz
insanlar hâlâ var. Onların sesi olabildiysem ne mutlu bana. Süje’ye de bu
vesileyle teşekkürlerimi iletmek isterim. İlk altı denememde yayımlamayı
kabul etmediler ama ısrarımı görünce kıramadılar beni! (Az ekstra içmedim
ofislerinin önünde!)
Allah hiç kimseyi yuvasız bırakmasın dostlar. Çok zor, çok.