Bireyin toplumsal açıdan yönlendirilmesi, toplumun toplumsal ilerleme
yolunda geçireceği evrim konusundaki bilimsel önbilgiye dayanan temel
fikirlerin ve ilkelerin birey tarafından özümlenmesini öngörür. Bu
yönlendirme, gelecek kuşakların maddi bir gerçek haline dönüştürecekleri
gerçekten insancıl ülkülerin özünü ve tarihsel değerini açık seçik
kavramayı gerektirir.
(...)
Geleceğe ilişkin toplumsal önbilgilerden ve ülkülerden yoksunluk, çoğu
kez, bireysel varoluşun anlamsız, insan yaşamının saçma, önemsiz ve
rastlantı sonucu olduğu yolunda duygular yaratır. (...) Kişi, toplumun
daha iyi bir geleceğe kavuşacağına inanmadığı sürece, çevresindeki
toplumsal gerçekleri renksiz, tümüyle anlamsız, ve soğuk olgular dizisi
gibi görecektir. Birey, daha iyi bir gelecek konusunda bir inanç
kazanıncaya dek, insanlık kültürü bugün olduğu gibi kalacaktır : Sıkıcı,
bayağı, durgun ve yararsız...
(...)
Hastalıklı toplumsal yapı ile geniş kapsamlı bir ideolojik bunalım ya da
"boşluk" arasında ilişki vardır; çünkü daha iyi ve daha insanca bir
toplum kurmayı öngören genel ideolojik programlar, bireyin ahlâki ve
psikolojik sağlığında belirleyici bir etkendir. Bireyin kişisel
tasarıları ile tarihsel gelişimin geniş kapsamlı mantığı arasında ilişki
kuran bu programlardır. Bu bağlantı olmadığı zaman, topluma ve insanlığa
karşı sorumluluk duygusunun yerini bencillik alır. Bu, toplumculuğun
karşıtı, insan düşmanı tutumlar için uygun bir ortam sağlar.
(...)
Geleceğe dönük genel ideolojik programların yerini alan "boşluk", politik
uygulamacılığın -pragmatism- temelidir. Ve anımsanmalıdır ki, bugün
politik uygulamacılık, yalnızca emperyalist propagandanın bir hedefi olan
ve darkafalılıklarından emperyalist propagandanın utanmazca yararlandığı
burjuva filistenlerin'in(*) ve zamana göre davranan
kişilerin tipik bir özelliği değildir; fakat aynı zamanda, kapitalizmin
insanı çileden çıkaran iç çelişkilerinin mantığının da; isyancı sol ya da
sağ görüşte 'aşırıcı' haline getirdiği filistenlerin de tipik özelliğidir.
Bu durumda politik bilinç ve politik eylem, kamu yaşamının akışı içinde
doğup güçlenen ve kaçınılmaz olarak bireylerin düşünüşünü etkileyen akıl
dışı özlemlere ve güçlere bağlıdır. Böylesi kişilerin bilinci, her çeşit
kendiliğinden değişime açıktır; soldan sağa, sonra yine sola kayar, sık
sık kaynayan coşkunun doruklarından, birden sıkıntı ve umutsuzluğun
derinliklerine iner.
Böylesi insanlar, aklın değil, önyargının ve yanlış anlayışların
güdümünde kendilerine bir yol ararlar. Birikmiş hoşnutsuzluklarını ve
kızgınlıklarını, tipik bir şekilde ilintisiz nedenlerde ve olgularda
arama eğilimindedirler. Çoğunlukla, belirli bir zaman diliminde egemen
olan kalıplardan ve fetişçi anlayışlardan kaynaklanan tutkuların ve
içgüdülerin oyuncağıdırlar.
Gelecekteki dünyanın biçimini kafalarda canlandırmaya yönelik herhangi
bir girişimin, tam anlamıyla bilimsel bir anlayış içinde yapılması
gerektiğine dikkat çekiyor Marx.
(...)
Geleceği muhayyilede (hayal etme gücü) canlandırmaksızın günümüz
dünyasını doğru değerlendirmek olanaksızdır. Bilimsel önbilginin deneyle
elde edilen verilerini göz önüne almaksızın onun günlük yaşamın gerçekleri
içindeki yerini bulmak ya da çok çeşitli çoğunlukla çelişen eğilimleriyle
bu gerçek karşısında doğru bir tavır almak olanaksızdır.
Toplumbilimsel ve sosyo-psikolojik incelemeler yüksek yaşam özlemlerinin,
toplumsal insanîlik ideallerine bağlanan ve kendini, günümüz dünyasının
ilerici yönde dönüştürülmesine adayan kişilerin, yaşamlarında oynadığı
büyük rolü ortaya koymuştur. Bu özlemler, geleceğe doğru ilerlemede bir
rampa işlevi görür.
Geleceğe dönük bu tür yönelimin, birey tarafından özümlendiğinde bir
canlılık ve enerji üretkeni haline gelebileceğini ileri sürmek abartı
olmaz. Bu şekilde yönlendirilmiş bir kişi dinamiktir ve kendi amacının ne
olduğunu açıkça bilir. Hayal dünyasında onu geleceğe götüren idealler,
insana güçlü bir adanmışlık duygusu ve moral gücü verir. Bu idealler,
onun moral ve psikolojik sağlığını korur. Geleceğe ilişkin bu idealler ve
tasarılar -hâlâ gelişmişlikten uzak- günümüz gerçeklerinin pek de hoş
olmayan yanlarıyla karşılaştırıldığında, yolu üstündeki engellerin
üstesinden gelmesinde bireye yardım eder, güçlüklere karşı verdiği etkili
ve çetin savaşımda, ona kolaylık sağlar.
(...)
"Hayal kuran kişi hayallerine gerçekten inanırsa, yaşamı dikkatle
gözlemlerse, gözlemlerini bulutlarda kurduğu şatolarla karşılaştırırsa ve
genel olarak konuşursak, kurgularının gerçekleşmesi yolunda inançla
çalışırsa hiç bir zarar getirmez. Hayallerle yaşam arasında bir ilişki
varsa, o zaman her şey yolunda demektir." diyor Pisarev.
Lenin, Ne Yapmalı? adlı yapıtında ise şu notu düşüyor : "Hayal
kurmalıyız!".
(*)
Rus asıllı ABD’li yazar Nabokov’un “Rus Edebiyatı Dersleri” kitabında
“Filistinizm ve Filistiler” adlı bir bölüm bulunmaktadır. Burada Nabokov,
Philistine’in tanımını, “maddi ve basmakalıp şeylere ilgi duyan, düşünce
yapısı beylik fikirlerle ve dönemiyle çevresinin geleneksel idealleriyle
şekillenmiş yetişkin bireye denir” diyerek yapmıştır. Yine aynı metinde
bu kişilerin “konformist, sözde idealist, sözde merhametli ve sözde
bilge” olduğunu, gerçek bir philistine’in en yakın dostunun sahtekarlık
olduğunu belirtmiştir. Nabokov’a göre bu kişiler, sanatla ilgili,
edebiyat da dahil olmak üzere hiçbir şey bilmez ve sanata ilgi duymaz.
Nabokov edebiyatta philistine’e örnek olarak “Ölü Canlar”dan Çiçikov,
“Kasvetli Ev”den Skimpole ve “Madam Bovary”den Homais karakterlerini
göstermiştir.
Kaynak : Gençlik ve Toplum /
'Gençliğin Toplumsal Açıdan Yönlendirilmesi' / Prof. Y. A.
Zamoşin(Felsefe Doktoru)
/ Çeviren :Şükrü Keleş / Konuk Yayınları, 1977
(Kitapta yer alan diğer yazarlar : V.N. Stoletov, İ.S. Kon, L.S.
Blyahman, V.V. Poşatayev