"Kar Aydınlığı" yeni gün ışığına çıkmış bir anı roman. Bir kitaba adı
ancak bu kadar yakışır. Hani "Cuk oturmuş" derler ya öyle. Akdeniz
kıyılarında yaşayanlar, kar aydınlığını bilmezler. Gecenin zifiri
karanlığında, eğer yerde kar varsa loş bir aydınlık yayılır her yere. Hiç
bir ışık kaynağının aydınlığına benzemez. Romantik olduğu kadar, insanın
ta yüreğini üşüten bir acımasızlığı da vardır. Böylesi bölgelerde büyüyen
çocuklar hep üşür ve üşüme korkusu yaşar.
Halil Erdem, yirmi beş yıl önce, Dersim köylerinde öğretmenlik yapmış.
Kar aydınlığında yürümüş, soğuğunda donmuş. Öyle ki, belleğine işleyen
anılar, kuyusunda bekleyen kar gibi beklemiş durmuş. Çünkü ülkenin soğuk
gerçeklerini yaşayıp unutmak olası değil. Yirmi beş yıl belleğinde
yaşattığı gerçekleri gün yüzüne çıkarırken, kendisi de çırıl çıplak
soyunmuş. Elbette bu çıplaklık kocaman bir yürek isterdi. O yürek de
Halil Erdem de atmayı sürdürmüş. Gencecikken yazdığı ilk şiir kitabı için
ödediği bedel belki onu şaşırtmıştır. Ancak bu ülkede "Deniz " sözcüğünün
anlamının acı demek olduğunu anlamasına neden olmuştur. Ne yaşarsa
yaşasın, insan onurunun her zaman her şeyden üstün olduğunu her fırsatta
yazmıştır.
Bu kitap, yalnızca bir anı roman değil, aynı zamanda ülkenin seksen
darbesinin yıllarının ve acıyı ekmeğine katık etmiş, Dersim halkının
yaşadıklarının tanığıdır. Halk, hem devlet babasının köteğini yer, hem de
doğanın sert ve acımasız yaşam koşullarında nefes almaya çalışır. Böylesi
bir bölgede bir öğretmen nasıl yaşarsa, Halil Erdem de halkla
bütünleşerek, onların acılarını acısı, sevinçlerini sevinci olarak yaşar.
Kendisinin de köy çocuğu olmasının, Anadolu'nun bağrından çıkıp
gitmesinin, yoksulluğu, yalnızlığı tanımasının hayatta kalmasında önemli
rolü vardır.
Halil Erdem şimdiye dek ortaya çıkarılmamış olayları da ilk kez bu kitapta dile
getirir. Dağda çatışmada ölen gençlerin ölülerini devlet korkusuyla
alamayan ana babaların, sonradan mezardan çıkarıp göçürdüklerini anlatır
ki, bu mezar göçü ilk kez yazılmaktadır. Ayrıca şimdiye dek okuduğum
romanlarda soğuğun bu denli güzel anlatıldığını görmemiştim. Oysa iyi bir
okuyucuyumdur. "Sesimizi kar yumuşaklığında yutan vadilerin dibinden,
dağların karlı buzlu yamaçlarından hiç durmadan yürüdük. Hava bozdu,
hafiften ince ince yağmurla karışık kar atmaya başladı. Ayaklarımı artık
hissetmiyordum. Donmuş yorgun ayaklarımla, insanı çıldırtacak sonsuzluğa
uzanan kar beyazlığında sanki kaybolmuştum. Kendimi başka bir gezegene
düşmüş gibi hissediyordum" diyor kitabın başında. İnsan okurken kar
soğuğunu ve o çaresizliği ta yüreğinde duyumsuyor.
Köylerin kasabaların hepsinin adının devlet tarafından değiştirilip
unutturma politikasının etkilerini gerçeklerden başka kim anlatabilir?
Kitabı okurken, yaşamak için doğaya ve devlete inanılmaz bir güçle
katlanan halka saygı duymamak mümkün mü. Onların ve çocukların acılarını
yüreğinde hissetmemek insan doğasına aykırı. Daha öğretmenliğinin ilk
yılında kar altında kalan öğrencisini anlatırken duyduğu acının tazeliği
okuyucunun yüreğini de teslim alıyor. "Herkesin baktığı bir çocuk mezarı,
herkesin bildiği soğuk bir kar vardı ortada. Artık baktığımız insan
yüzleri aynı yüz değildi. Gördüğümüz ağaç, karşımızdaki dağ, akan Munzur
aynı Munzur değildi. Her şey değişmiş ölüm yüzlü olmuştu" diyor ölümü
anlatırken. En taş yüreği bile yumuşatacak olaylar var kitapta. Aynı
zamanda her şeye karşın yumuşamamış, soğuk demir yürekli kolluk güçleri
de hayal ürünü dedirtecek denli doğa ile uyumlu.
Yazar, öylesi bir akıcı dille anlatmış ki, şimdiye dek yüreğinde nasıl
sakladığına şaşırmamak elde değil. Anadolu insanının dayanıklılığını,
dayanışmasını, insan sevgisini, her koşulda yaşayan aşkı, konukseverliği
ve sıcacık bir yaşam öyküsünü okumak istiyorsanız hemen "Kar Aydınlığı"nı
edinmelisiniz. Halil Erdem, şiir, öykü, resim derken romana da soluğu
yetti. Bence romanı bırakmamalı.