ÖYKÜ

Melek Ekim Yıldız  







YANLIŞ RÜYAYA UYUYANIN ÖDEV BİLİNCİ


Çıplak ayakları, akşam esintisiyle sıcaklığını yitirmekte olan kumlara değdiğinde henüz herhangi bir şüpheye kapılmış değildi. Üzerindeki, etekleri dantelli beyaz elbisenin de, ensesini yalayan akşam rüzgârının da, hatta denizin yavaşça laciverte dönmekte olan mavisinin de ona söyleyebileceği bir şey yoktu henüz. Sahilin diğer ucunda süzülen kayalığa dikilmiş gözlerindeki parıltıyı fark ettiği anda da hissettiği şeyin, düpedüz huzur olduğunu ayrımsadığında da, olan bitenin tuhaf olduğunu düşünmek için bir nedeni yoktu.

Ilık kumların, dantelin, denizden gelen esintinin ve o vakar kayanın gerçekliğinden endişe duymamasının asıl nedeni ise, uykularına hep dolmuş olan karanlık ve tedirginlik hissiydi. Ondandır ki, bir rüyanın içinde olduğunu fark etmesi için, ayaklarına dolanan o sarmanın sahneye çıkması gerekti.

Kedinin sarımsı gözlerine bakarken artık o sahilde olmadığını fark edemedi ilkin. Gözler dâhil, her yeri sarı renkte olan kediyle uzun uzun bakıştılar. Neden sonra, duvarları griye boyanmış, kare şeklinde boş bir odada, o sarı kedinin karşısında dikilmekte olduğunu fark etti. Büyülenmiş gibi kediye bakıyordu ve aynı anda iki farkındalıkla irkildi: Bu bir rüyaydı ve sarmanın karşısında hiçbir tiksinti duymuyordu. O esnada kedi hareket etti. Yürüyüşündeki sarhoş yalpalayışı, sarmanın kedi otu yemiş olabileceğini düşündürdü. Gülümsedi. Sarhoş kedileri sevdiğini anımsadı önce; “ sarmanlar hariç” cümlesi ardından geldi. Odanın boşluğuna bakarken, tam karşısındaki duvarda beliren o cümle ile kedi otu yemiş olanın kendisi olabileceği fikriyle sarsıldı: Yanlış rüyadasın!

Bir sarmandan hayır beklenmeyeceğini bilerek, yılanına sarıldı: yardım et, dedi. Buraya ait değilim. Sarman karşılık olarak esnedi ancak daha çok bıyık altından gülüyor gibiydi. Telaşla etrafına bakınmaya başladı. Kedi bacaklarına süründü yine. Başını kaldırıp, sarı gözlerini yüzüne dikti. Ne anlatmaya çalıştığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Bildiği kendisine ait olmayan, yanlış bir rüyanın içinde dolanıp durmakta olduğuydu. Bu, bir başkasının kurguladığı bir hikâyeyi yazmaya çalışmaya benziyordu. Tek fark, “Rüyalar tamamlanmaz ki hiç, hikâyeler tamamlanır” bilgisiydi. Bazı hikayeler de tamamlanmaz ama, diye söylendi kendi kendine. Konuşanın mustaripliği olduğundan hiç kuşkusu yoktu. Aklındaki tamamlayamadığı onlarca hikâyenin huzursuzluk verici anısını, bu da nereden çıktı şimdi, sırası mıydı sorusuyla defetmeye çalıştı. Şöyle bir silkinsem, bu yanlış rüyadan çıkarabilir miyim kendimi diye düşünürken, yer sarsılmaya başladı. Bunca şiddetli bir silkinme değildi aklındaki, panikle tutunacak bir şey aramaya başladı. Çevresinde boşluktan başka bir şey olmaması sahnenin o fark etmeden değiştiğini gösteriyordu. Sarmanı arandı, yoktu. Ne bekliyordun ki, diye düşündü. Bir sarmandan ne beklenebilir ki? Sarsıntının şiddeti giderek azalırken, boşluğun şiddeti artıyordu. Yerden yükselmeye başladığını düşünmek yanılgıydı, çünkü hiçbir şeyin içinde ya da üzerindeydi. Aklına Calvino geldi: Yerden yükselmeye duyulan arzu ile bu arzudan yoksun kalmanın yol açtığı ıstırap arasındaki bağlantıdan söz ettiğini anımsadı bir denemesinde. Ayaklarınızı bastığınız zemin size ait olmayınca, yerden yükselme arzusunun tatmini size değil başkasına kalıyor olmalıydı. Uçuyorum diye düşündü, keyiflenecek oldu; ama sonra uçtuğu zihinsel boşluğun bilmediği bir zihne ait olduğunu anımsadı. Bir tür işgalci sayılıp sayılamayacağını düşünmeye başlayacaktı ki, kendini büyükçe bir kütüphane salonunun ortasındaki bir koltukta oturuyor buldu. Kütüphanedeki kitap raflarının tümü boştu ve sarman da dizlerine kıvrılmış mırıldanıyordu. Etrafına bakındı. Olmayan kitapları aradı gözleri. Hangisinin daha rahatsızlık verici olduğuna karar veremedi ilkin. Dizlerindeki sarmanın varlığı ya da rafları bomboş bir kütüphaneye bakmakta olmanın ıstırabı. Bu esnada duyduğu sesin verdiği şaşkınlık, ikilemin önüne geçti. Gıcırdayan bir yaklaşma. Yaklaşanın ne olduğunu anlamak üzere etrafına bakarken, kedi kucağından atlayıp bir iki adım ilerledi. Kurgu gereği onun peşinden gitmesi gerekliliği gün gibi ortada olduğundan, sarmanın dönüp, beni izle der gibi bakmasını beklemedi. Bu kadarı kurguyu aşağılamak olurdu. Ürkek adımlarla ama ürkmeye gerek olmadığını bilerek kediyi izledi. Nihayetinde ahşap kapılı küçük bir asansörün önünde durduklarını fark edince, uzanıp kapıyı açtı. Kütüphanelerde kullanılan küçük bir kitap asansörü çıktı karşısına. İlk bakışta boş gibi görünüyordu. Sonra zeminde duran küçük kâğıdı fark etti. Uzanıp aldı. Bu da ne der gibi sarmana baktı. Sarman umursamaz bir edayla boş bir rafa uzanmış yalanmaya başlamıştı. Kâğıda döndü. Üst üste birkaç kez okudu. Gülümsedi. Uyuduğu bu yanlış rüyaya, sarmana ve kendisine. Üç kez kocaman gülümsedi. Notu koynuna sokuşturdu, terlemiş ellerini elbisenin eteklerine kuruladı, boş raflara baktı ve sarmana seslendi.

İçimizden biri uyanmadan bu rafları doldurmalıyız. Acele et! Sarmanın onun telaşına kocaman bir esneme ile cevap verdiğini görmedi.



içindekiler   
üst    geri    ileri   




  5