Çıplak ayakları, akşam esintisiyle sıcaklığını yitirmekte olan kumlara
değdiğinde henüz herhangi bir şüpheye kapılmış değildi. Üzerindeki,
etekleri dantelli beyaz elbisenin de, ensesini yalayan akşam rüzgârının
da, hatta denizin yavaşça laciverte dönmekte olan mavisinin de ona
söyleyebileceği bir şey yoktu henüz. Sahilin diğer ucunda süzülen
kayalığa dikilmiş gözlerindeki parıltıyı fark ettiği anda da hissettiği
şeyin, düpedüz huzur olduğunu ayrımsadığında da, olan bitenin tuhaf
olduğunu düşünmek için bir nedeni yoktu.
Ilık kumların, dantelin, denizden gelen esintinin ve o vakar kayanın
gerçekliğinden endişe duymamasının asıl nedeni ise, uykularına hep dolmuş
olan karanlık ve tedirginlik hissiydi. Ondandır ki, bir rüyanın içinde
olduğunu fark etmesi için, ayaklarına dolanan o sarmanın sahneye çıkması
gerekti.
Kedinin sarımsı gözlerine bakarken artık o sahilde olmadığını fark
edemedi ilkin. Gözler dâhil, her yeri sarı renkte olan kediyle uzun uzun
bakıştılar. Neden sonra, duvarları griye boyanmış, kare şeklinde boş bir
odada, o sarı kedinin karşısında dikilmekte olduğunu fark etti.
Büyülenmiş gibi kediye bakıyordu ve aynı anda iki farkındalıkla irkildi:
Bu bir rüyaydı ve sarmanın karşısında hiçbir tiksinti duymuyordu. O
esnada kedi hareket etti. Yürüyüşündeki sarhoş yalpalayışı, sarmanın kedi
otu yemiş olabileceğini düşündürdü. Gülümsedi. Sarhoş kedileri sevdiğini
anımsadı önce; “ sarmanlar hariç” cümlesi ardından geldi. Odanın
boşluğuna bakarken, tam karşısındaki duvarda beliren o cümle ile kedi otu
yemiş olanın kendisi olabileceği fikriyle sarsıldı: Yanlış rüyadasın!
Bir sarmandan hayır beklenmeyeceğini bilerek, yılanına sarıldı: yardım
et, dedi. Buraya ait değilim. Sarman karşılık olarak esnedi ancak daha
çok bıyık altından gülüyor gibiydi. Telaşla etrafına bakınmaya başladı.
Kedi bacaklarına süründü yine. Başını kaldırıp, sarı gözlerini yüzüne
dikti. Ne anlatmaya çalıştığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Bildiği
kendisine ait olmayan, yanlış bir rüyanın içinde dolanıp durmakta
olduğuydu. Bu, bir başkasının kurguladığı bir hikâyeyi yazmaya çalışmaya
benziyordu. Tek fark, “Rüyalar tamamlanmaz ki hiç, hikâyeler tamamlanır”
bilgisiydi. Bazı hikayeler de tamamlanmaz ama, diye söylendi kendi
kendine. Konuşanın mustaripliği olduğundan hiç kuşkusu yoktu. Aklındaki
tamamlayamadığı onlarca hikâyenin huzursuzluk verici anısını, bu da
nereden çıktı şimdi, sırası mıydı sorusuyla defetmeye çalıştı. Şöyle bir
silkinsem, bu yanlış rüyadan çıkarabilir miyim kendimi diye düşünürken,
yer sarsılmaya başladı. Bunca şiddetli bir silkinme değildi aklındaki,
panikle tutunacak bir şey aramaya başladı. Çevresinde boşluktan başka bir
şey olmaması sahnenin o fark etmeden değiştiğini gösteriyordu. Sarmanı
arandı, yoktu. Ne bekliyordun ki, diye düşündü. Bir sarmandan ne
beklenebilir ki? Sarsıntının şiddeti giderek azalırken, boşluğun şiddeti
artıyordu. Yerden yükselmeye başladığını düşünmek yanılgıydı, çünkü
hiçbir şeyin içinde ya da üzerindeydi. Aklına Calvino geldi: Yerden
yükselmeye duyulan arzu ile bu arzudan yoksun kalmanın yol açtığı ıstırap
arasındaki bağlantıdan söz ettiğini anımsadı bir denemesinde.
Ayaklarınızı bastığınız zemin size ait olmayınca, yerden yükselme
arzusunun tatmini size değil başkasına kalıyor olmalıydı. Uçuyorum diye
düşündü, keyiflenecek oldu; ama sonra uçtuğu zihinsel boşluğun bilmediği
bir zihne ait olduğunu anımsadı. Bir tür işgalci sayılıp sayılamayacağını
düşünmeye başlayacaktı ki, kendini büyükçe bir kütüphane salonunun
ortasındaki bir koltukta oturuyor buldu. Kütüphanedeki kitap raflarının
tümü boştu ve sarman da dizlerine kıvrılmış mırıldanıyordu. Etrafına
bakındı. Olmayan kitapları aradı gözleri. Hangisinin daha rahatsızlık
verici olduğuna karar veremedi ilkin. Dizlerindeki sarmanın varlığı ya da
rafları bomboş bir kütüphaneye bakmakta olmanın ıstırabı. Bu esnada
duyduğu sesin verdiği şaşkınlık, ikilemin önüne geçti. Gıcırdayan bir
yaklaşma. Yaklaşanın ne olduğunu anlamak üzere etrafına bakarken, kedi
kucağından atlayıp bir iki adım ilerledi. Kurgu gereği onun peşinden
gitmesi gerekliliği gün gibi ortada olduğundan, sarmanın dönüp, beni izle
der gibi bakmasını beklemedi. Bu kadarı kurguyu aşağılamak olurdu. Ürkek
adımlarla ama ürkmeye gerek olmadığını bilerek kediyi izledi. Nihayetinde
ahşap kapılı küçük bir asansörün önünde durduklarını fark edince, uzanıp
kapıyı açtı. Kütüphanelerde kullanılan küçük bir kitap asansörü çıktı
karşısına. İlk bakışta boş gibi görünüyordu. Sonra zeminde duran küçük
kâğıdı fark etti. Uzanıp aldı. Bu da ne der gibi sarmana baktı. Sarman
umursamaz bir edayla boş bir rafa uzanmış yalanmaya başlamıştı. Kâğıda
döndü. Üst üste birkaç kez okudu. Gülümsedi. Uyuduğu bu yanlış rüyaya,
sarmana ve kendisine. Üç kez kocaman gülümsedi. Notu koynuna sokuşturdu,
terlemiş ellerini elbisenin eteklerine kuruladı, boş raflara baktı ve
sarmana seslendi.
İçimizden biri uyanmadan bu rafları doldurmalıyız. Acele et! Sarmanın
onun telaşına kocaman bir esneme ile cevap verdiğini görmedi.