Tavrım birçok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor Turgut Uyar
Sevgim acıyor diyor ozan’ımız. “Sevgi acır mı” diye sordum kendi kendime…
Bu gece yüreğim acıyor.
Perihan Pulat…
Eylemlerin ve eylemcilerin ablasıydı. Sayıştay denetçisi bir hâkim
emeklisi bir Aktivist.
Hemen hemen tüm eylemlerde mutlaka yer alırdı. Kendi pankartını kendisi
hazırlar her eylemde disiplinli bir biçimde hareket ederdi. Sabah daha
eylem başlamadan gelir ve o gece sabaha kadar pankartının en iyi olması
için yoğun çaba gösterdiğini, sabah kalkamamanın vereceği sıkıntıyı
yaşamamak için saatinin alarmını kurduğunu ve yine de alarm çalmadan
uyandığını, o gece sadece 3 saatlik uykuyla yetindiğini anlatırdı.
Ankara (GMK) Gazi Mustafa kemal Bulvarından Mithat Paşa Caddesine
giderken Postaneyi geçince karşınıza bir tüp geçit çıkar. Caddeden
karşıdan karşıya geçmek çok zordur çünkü trafik akar, durur. Tüp geçitten
geçmek kolaydır hem yürüyen merdivenler vardır hem de sokak kitapçılığı
yapan bir gencin tüp geçit içerisinde kitaplarının sergisini izlemek
güzel zaman geçirmek anlamına gelir. Ne zaman Kızılay çevresinde olsam
mutlaka giderim.
Bir gün yine tüp geçidin giriş bölümünden geçerken karşıdan Perihan
ablayı görmüştüm. Yüzünde gülücükler vardı, çok mutluydu. Nedenini ben
sormadan söyleyecekti.
Geçidin altında sokak çocukları yaşarlardı. Tiner ve bali çeken genç
çocuklardı. Bazı akşamlar geç saatlerde bu gençlerle karşılaştığımızda
ellerinde bıçakla para isterlerdi. Gözleri kıpkırmızıydı ve sanki bana
bakmıyor gibilerdi. Bir boşluğa bakıyorlardı. Kitapçı genç de şöyle
bahsetmişti. “Ben erkek olduğum halde bu çocuklarla konuşmaya çekinirken
Perihan abla hiç korkmuyor.”
Evet, Perihan abla çocukların yanına yere oturur saatlerce söyleşi
yapardı. Üstleri başları perperişan çocuklarla birlikte yere oturur,
tozun toprağın içinde birlikte hem konuşurlar hem de o anda üstünde ne
kadar para varsa yemek ısmarlardı. Bazen birer simit, poğaça, bazen de
ekmek arası döner yerlerdi. Ankaralıların tehlikeli gördüğü, korktuğu,
dışladığı bu gençlerle arkadaş olmuştu.
Sadece sokak çocuklarını mı düşünürdü?... Hayır!. Sokakta hangi canlıya
rastlarsa mutlaka doyurmaya çalışırdı. Kedi, köpek ve börtü böcekleri
bile…
Bir gece Kurtuluş’taki Vedat Dalokay yemek salonunda federasyonumuzun
yemekli toplantısı vardı. Perihan abla tek tek tüm masaları dolaşarak
kemiklerin çöpe atılmaması konusunda bizi tembihlemişti. Gecenin sonuna
doğru elinde bir poşetle masalardan kemikleri toplayıp, götürmüştü. Bütün
bu çabalar sokak canlılarını doyurmak içindi.
Tekel Eyleminde görmüştüm. En önde yürüyordu. Tekel işçileri dönüşümlü 3
günlük açlık eyleminden yeni çıkmışlar ve Ankara / Sakarya Meydanına
doğru akıyorlardı. En öndeydi Perihan abla. Sağında ve solunda gözleri
çökmüş, benizleri sararmış tekel işçileri kolundaydı. Onlara moral
veriyordu.
Devrimci 78’liler Federasyonunun aktivistlerindendi. 12 Eylül Utanç
Müzesinin hazırlıklarında sabahın erken saatlerinde herkesten önce
gelmişti.
Evinin Gazi Osman Paşa Mahallesinde büyükelçiliklerin olduğu caddede
olduğunu söylemişti. Her sabah evinden çıkarak Kızılay’a yürüyerek
gelirdi. Tam 5 km yolu yaya yürürdü. Oysa yaşı nedeniyle ulaşım
ücretsizdi. Her akşam yine yürüyerek evine dönerdi. Çok fazla yorgun
olursa nadiren otobüsle gittiği olmuşsa da her zaman yürümeyi tercih
ederdi.
Halk arasında ifade edildiği üzere tığ gibiydi. Şimdilerde gençler “fit”
olmak diyorlar. Kilo almamak adına özel bir beslenme programı vardı. Biz
federasyonda acıkırdık. Bir arkadaşımız yakın çevreden yiyecek ısmarlardı
ve topluca yerdik. Perihan ablanın yiyecek canı çekmez, hiçbir zaman
gündüz yemek yemezdi. İlla evine gidecek ve evinde yiyecekti. Bu denli
yemeğe düşkün olmayan insan, bizi yemek yemeye zorlardı. “Bu dönem çok
yorulacaksınız. Eylem yapmak için tok olmamız gerekir. Aç kalmayın
çocuklar” deyişi inanılmaz güzeldi. Biz çocuk değildik fakat Perihan
ablanın gözünde çocuktuk ve hep öyle de kalacaktık.
Bir grup aydın insanla kendisini ihbar etmiş ve Ankara Adliyesinde “biz
de Ayşe öğretmeniz” diye yargı karşısına çıkmıştı. Sanırım eziyet olsun
diye İstanbul Çağlayan Adliyesinde davası görülecekti. İlk aşamada Ankara
Adliyesinde tek tek herkesin ifadesi alınarak gönderilecekti. O duruşmada
bir şey dikkatimi çekmişti. Diğer arkadaşların avukatları da söz
almışlardı. Sıra Perihan ablaya geldiğinde hakime hanım avukatını
sormuştu. Perihan abla “benim avukatım yok. Kendi savunmamı kendim
yapacağım” dediğinde şaşırmıştı. O zamana kadar ben de Perihan Pulat’ın
hukukçu olduğunu bilmiyordum. Oldukça sakin bir ifadeyle yazılı
savunmasını görevliye vermiş ve bu aşamada savunma metnini özetlemişti.
Pratik çözümler üretmekte oldukça ustaydı.
Van ilinden kadrosuz işçiler Ankara’ya gelmişlerdi. Onlar da Tekel
işçileri gibi Türk İş Genel Merkezinin önünde yani Bayındır Sokağın
başında eylem yapacaklardı. Güvenlik kuvvetleri bu bölgeye sokmamışlardı.
Plastik mermi, tazyikli su ve gaz sıkarak dağıtınca işçiler Sıhhiye Abdi
İpekçi parkına giderek orayı mesken tutmuşlardı. O Kış çok soğuktu.
İşçilere evden Battaniyeler getirmiştik. Gece parkta kalacaklardı.
Metro’dan Sıhhiye durağında inemedik çünkü kapatmışlardı. Ne kadar eziyet
ederlerse o kadar iyiydi. Biz de sırtımızdaki yüklerle Kızılay’da inerek
yürümeye başlamıştık. Orduevi binasını geçince Perihan ablaya rastladık.
Yorgun bir haldeydi. İşçilerin yanından geliyordu. Her zamanki gibi
heyecanlı heyecanlı konuşuyordu. “Çocuklar işçiler öğle yemeklerini
yediler. Havuzun yakınındaki çay ocağıyla anlaştık, oradan ücretsiz
çaylarını alabilecekler. Bu gece parkta yatmaktan başka seçenekleri yok.
Siz de battaniyelerinizi komün görevlilerine bırakın ki kendileri eşit /
adil bir şekilde dağıtabilsinler. Ne götürüyorsanız komiteye teslim edin.
Hiçbirimizin bireysel davranmak gibi lüksü yok. Ha bu arada şunu da
söyleyeyim. Orada tuvalet yok. İş Bulma Kurumu binaya kimseyi sokmuyor.
Çişiniz - mişiniz varsa burada yapın, öyle gidin kızlar” diye bizi
tembihlemeyi de unutmamıştı. Dediğim gibi biz Peri ablanın gözünde hep
çocuktuk.
Yüksel Caddesi eylemlerinin birinde gözaltına alınmıştı. O gün uzun süre
araçta tuttuklarında Perihan ablanın tuvalet gereksinmesi olmuş ve bu
durumu uygun bir dille ifade etmişti. Polisler de “biz şimdi seni wc ye
götüremeyiz. İster tut, ister altına yap” dediklerinde müthiş üzülmüştü.
O zamanlar 74 yaşındaydı ve Biyolojik bir gereksinmesinin bu denli hafife
alınmasına son derece tepkiliydi. “Ben size inat 100 yaş yaşayacağım”
diye bağırmıştı.
Göğsünde uzun zincirli bir veya iki adet biraz irice kolye ve başında
çizgili, koyu Kırmızı renkli bandana hep olurdu. Uzun saçları genellikle
iki örgü halinde bandananın altında görülürdü. Sıkı bir Behice Boran
hayranıydı. Göğsünde kokart taşırdı. Bir gün Karşıyaka Mezarlığında
anmaya gitmiştik. O günü hiç unutmam. Tv Kanallarından birinde
“Çemberinde Gül Oya” dizisi yayınlanmaktaydı. Akabinde “Hatırla Sevgili”
dizisi izlemişti. O günkü anmanın özelliği şuydu. Daha önce hiç demeyeyim
de çok az genç görürdük. O yılın anma gününde gençlerin sayısı bir hayli
fazlaydı. Ortaokul öğrencilerinin okul formalarıyla gelmesi şaşırtıcıydı.
Elimdeki fotoğraf makinesinin artarda deklanşörüne basıyordum. Ben
gençleri orada görünce inanılmaz heyecanlıydık. Bir anda kalabalığın
içinden Perihan abla çıkarak gençleri karşılamış, anında sıcacık bir
iletişim kurmuştu. Gençlere “gelin size Deniz ağabeyiniz anlatayım. Ama
daha sonra Behice hanımı anlatmadan geçemeyeceğim. Behice hanımı anlatmak
Dünyanın en zor işi” demişti. Gençler yüzlerinde tebessümle “siz
anlatırsanız, biz dinleriz. Zaten siz büyüklerimizi dinlemek için geldik”
demişlerdi.
Nerede, ne zaman ve nasıl kimi görürse görsün yüreğine dokunmayı severdi.
Dinlemekten çok konuşmayı ve kendisini dinlemelerini isterdi. Kendi
doğruları vardı ve ön plandaydı. Ben bu gerçeği bildiğim için kendisiyle
tartışmaya girmemeye özen gösterirdim. “Asla, asla de-me-mek gerek”
söylemine yabancıydı.
2018 yılının 1 Mayıs’ında Ankara’da yine her zamanki gibi renkli giyimi
ve elindeki pankartıyla alanlara çıkmıştı. O gün sonun başlangıcı
olacaktı. Dev gibi yüreği olan Perihan ablamız darp edileceğini ve kafa
travması yaşayacağını bilemezdik.
O günden sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Çok sevdiği
alanlara bir daha in(e)medi, giderek yalnızlaştı ve evinden çık(a)maz
duruma geldi. Suskunlaştı ve derin düşüncelere daldı. Artık en çok
sevdiklerini bile tanıyamaz duruma gelmişti. O bıcır bıcır konuşan eski
Perihan ablamız gitmiş farklı biri gelmiş gibiydi. Kendisini yaşama
bağlayan bağlar yok olmuş gibiydi. Mutsuz ve umutsuzdu.
Bir gece rahatsızlanarak Ankara şehir Hastanesine kaldırıldı. Solunum
yetmezliği nedeniyle yoğun bakım ünitesinde tutuluyordu. Günlerce
iyileşeceği haberini umutla bekledik.
Bekledik… Bekledik… Bekledik…
2 Mart 2021 tarihinde kötü haber geldi. Perihan Pulat’ın o kocaman yüreği
bu Dünyanın kötülüklerine daha fazla dayanamayıp durmuştu.
4 Mart günü vasiyeti gereği Denizli’nin Çan ilçesinde felç geçirdiğinden
dolayı ölmeden önce yıllarca baktığı bir güne bir gün şikâyet etmediği
çok sevdiği eşinin yanına toprağa verildi.
2021 yılının 8 Mart gününde artık Perihan ablamız bedenen aramızda
olamayacak. Ruhen yanımızda olacak. Elleriyle omzumuza dokunacak,
gülümseyen bakışlarıyla bize bakacak.“Çok olun çocuklar, çok
olun, alanlar dolsun taşsın” diyecek.
Ünlü bir düşünür der ki; bedenen aramızdan ayrılanlar aramızdan yok
olmazlar ve unutulmazlar. Ta ki ölen kişiyi tanıyan en son insan ölünceye
kadar unutulmaz. En son insan ölünce o zaman unutulur.