Rüzgâr çalıp dallar oynarken, göçmen bir Çulluk bizim bahçeye geldi. Uzun
bir yazı hareketsiz geçiren meşe ağacının dalına kondu. Her sabah,
erkenden kalkıp dizlerinin ağrısı pahasına hızlıca hazırlanıp camın
önündeki sedire oturan Havva Ninem, kuşu gördü. Şişleriyle yün yumağını
sedirin köşesine koydu, camı açtı. “Hoş geldin, meşe kuşu” diye seslendi.
İnsanlardan bir şey istemeyi, bir derdi olsa anlatmayı, yeni günden
umutlanmayı çoktan bırakmış Havva Ninem, kendi seçtiği, adını koyduğu
kuşla arkadaş oldu.
Hatırlanmaya değer tek zaman dilimi olarak düşündüğü on altı on yedi
yaşını anlattı kuşa. Mehmet dedemle geçirdiği kısacık iki yılı, iki yılın
sonunda, hamileyken dedemin askere gidip dönmeyişini, doğurduğu ikiz
çocuklarından birinin yokluktan ölüşünü… her şeyi, her şeyi anlattı.
Daha anlatacağı, sayıp dökeceği, içinde birikmiş çok şey vardı ama kış
bitti. Arkadaşı, meşe kuşu uçup gitti.