Evsiz adam, kafasını önüne eğmiş, yol kenarında bulabileceği bozuk paraların
peşine düşmüştü. Kahve alabilmesi için az bir paraya ihtiyacı vardı. Umudunu
kaybetmeden ve yoldan gözünü ayırmadan yürüdü. Yol kenarları çok temizdi.
Kimse yere para düşürmüyordu. Sonunda şaşırarak yol kenarında bir sigara
paketi buldu. Sevinçle onu yerden aldı. İçinde tek bir dal sigara vardı,
etrafta da tanıdığı bir sürü evsiz arkadaşı. Bir dal sigarayı verdi ve
karşılığında eksik olan parayı aldı. Büyük bir zafer kazanmış edasıyla
doğruca kafeye yürüdü. Kahveyi aldıktan sonra, kafenin giriş kapısına yakın
olan kahverengi deri koltukta yorgunluktan uyuyup kaldı. Hemen yanındaki
küçük masanın üstünde kahvesi duruyordu. Kahvesi olduğuna göre deri koltukta
oturmayı, uyumayı ve kırık ekranlı telefonunu şarj etmeyi de hak etmişti.
Kahverengi koltuğun ayağına eski püskü, dökülen sırt çantasını dayamıştı.
Çantasının ağzında, ülkesinin bayrağını andıran renkleriyle bir torba
görünüyordu. Kafasında siyah bir şapkası vardı. Sarışın, otuzlarında olan,
yanakları güneşten yanan evsizin, ev yüzü görmediği, uzun zamandır yürüdüğü
ve uyumadığı fark ediliyordu. Bu hem yüzündeki güneş lekelerinden hem de tüm
seslere aldırış etmeden uyuyabilmesinden anlaşılıyordu.
Kafede insanlar gittikçe artmaya başlamıştı. Sipariş veren uzun insan
kuyruğu, sonrasında siparişi bekleyen uzun kuyruğa dönüşüyordu. Genellikle
masalarda insanlar tek başlarına oturuyorlardı. Çok nadir olarak bazı
masalar iki kişinin paylaşımıyla farklılık yaratıyordu. Tek başlarına oturan
insanlar, kahvelerini yudumlarken ya telefonlarına ya da bilgisayarlarına
bakıyorlardı. Kafe, buram buram yalnızlık kokuyordu. Para ile yalnızlık
arasında doğru ya da ters orantı yoktu. Aralarında garip bir ilişki vardı. O
sırada derin uykusundan uyandı evsiz adam ve şapkasının altından korkak
gözlerle etrafa bakındı.Şapka, aynı zamanda kalkan görevi yapıyordu,
varlığını sezdirmeden bir süre şapkasının arkasından etrafı
gözlemleyebiliyordu ve insanlarla göz göze gelmekten çekiniyordu. Ya da
çekinmekten çok yüzlerdeki tiksinmeyle karşılaşmaktan korkuyordu.
Evsiz, çekinmekle korkmak arasında gidip gelirken, kafenin kapısı açıldı ve
içeriye uzun boylu, sarışın, iyi giyimli bir kadın girdi. Evsizle aynı
yaşlarda olan bu kadın, kahvesini aldıktan sonra onun çaprazındaki masaya
oturdu. Kadının gözleri kafenin içinde gezinirken, mavi gözlü evsizle
karşılaştı. Kadının, ağzının etrafında oluşan çizgilerden bunun bir iğrenme
belirtisi olduğu anlaşılıyordu. Kadın, hızlıca gözünü kaçırdı oradan. Hatta
zihninden o kahverengi koltuğu sildi, giriş bölümünü kafeye dâhil olmaktan
çıkardı ve evsizin varlığını hemen unuttu. Evsiz, kadınla göz göze gelince
kollarındaki sarı tüyleri coştu ve tavana doğru uzamaya başladı. Bunun
anlamını biliyordu. Bir an önce dışarı çıkmalı yoksa sarı keskin tüyleri tüm
kafeyi saracak ve herkes onun varlığını görmek zorunda kalacaktı.
Kafede evsizin oturduğu köşede kahverengi deri koltuktan dört tane vardı ve
hepsi birbirine bakıyordu. Sanki bu bölüm birbirine kapalı olan dört kişinin
sohbeti için özel olarak ayarlanmıştı. Tüm kafe tıklım tıklımdı. Bir tek
onun etrafındaki ona bakan üç koltuk boştu. Kimse onun yanında oturmak
istememişti. Korkudan mı yoksa kokudan mı kimse yanaşmıyordu bilinmiyordu.
Kafeye giren orta yaşlarda, göbekli bir adam kahvesini aldı ve oturmak için
etrafa bakındı. Oturacak hiçbir yer kalmadığını görünce tükürüklerini etrafa
saça saça bağırmaya başladı. ”Biz vergimizi ödüyoruz ya onlar ne yapıyor?
Neden bunlara izin veriyorsunuz? Kahvesini alsın ve dışarı çıksın.” Adam,
dinmeyen öfkesiyle bu sefer de işaret parmağını evsize yöneltti. “Sadece
senin oturduğun bölüm boş. Dört kişilik yeri meşgul etmeye utanmıyor musun?”
Kızgın adam, söylediklerinin nasıl karşılık bulduğuna baktı. Birkaç
homurdanmadan başka ona eşlik eden çıkmamıştı.Fazladan yer işgal ettiğini
anlayan evsiz, telaşla eline torbasını aldı ve utangaçlıkla tuvalete doğru
yürüdü. Tam o sırada kahverengi gözlü, orta boylu, esmer bir adamla göz göze
geldi ve bu adam kendisine az önceki olaya tanık olmamış gibi gülümsedi.
Kendisine gülümsendiğini görünce şaşırdı ve emin olmak için arkasında
kimsenin olup olmadığına baktı. Emin olunca büyük bir minnet duygusuyla
adama gülümseyerek karşılık verdi. Hatta yapabilse adama sarılırdı da. Fakat
bu işte bir terslik olmalıydı. Kendisine selam veren adam, yabancı
olabilirdi. Çünkü yerli olanlar bilir ve onu tanırlar, diğerlerini
tanıdıkları gibi. Onları görünce genelde herkes görmezlikten gelir, gözünü
kaçırır, iğrenir, yolunu çevirir. Evsiz, gülümsemenin ne demek olduğunu
hatırladı böylece. Ve kollarındaki sarı keskin tüyler yavaş yavaş kısalmaya
başladı. Ama temkinli olmalıydı. Birazdan yine başlayabilirdi uzamaya çünkü
kulaklarında az önceki adamın sözleri yankılanıyordu. Kulaklarda yankılanan
ses, beyne ve kalbe eşit zamanda varıyordu sanki. Bu nedenle kapalı bu
mekândan bir an önce çıkmalıydı yoksa nefes alması güçleşecekti. Elindeki
torbayı huzursuzlukla çantasına koydu ve dışarı çıktı. Dışarı çıktığında ise
biraz daha huzura kavuştu ve derin derin soluklandı. Tehlike geride
kalmıştı, tüylerini okşayabilirdi.
Yine başını öne eğerek ve yolda işe yarar bir şeyler bulmanın umuduyla
gözlerini dört açtı. Gökyüzüne bakmanın ne anlamı vardı ki? Düşlediği bir
hayali de yoktu. Sadece çocukluğundan hatırladığı birkaç romantik hayal
dışında hayatında hiç hayal kurmamış gibi hissediyordu. Yukarıdan gelecek
her şeyden de korkuyordu. Kar yağsa üşür ve sığınacak bir yer arardı. Yağmur
yağsa ıslanır ve ayakkabılarının yağmurla dolacağından korkardı. Rüzgâr esse
bir insan sıcaklığını özlerdi ve onu da bulamayacağını iyi bilirdi. Bu
nedenle işi yoktu gökyüzüyle onun işi yeryüzündeki somut gerçeklikleydi.
Evsiz, başı önde yürürken başka bir kafenin önündeki masada bir adam
oturuyordu ve nedense oradan uzağa gidemedi. Adam oturduğu sandalyeye
köpeğini bağlamıştı. Köpek, gözünü kırpmadan sahibi olan adamın gözünün içine
bakıyordu. Evsiz, bu adamı kıskandı. Gözlerinin içine bakan bir köpeği olsa
belki biraz şanslı hissederdi kendisini. Adamın taşıdığı armalardan, savaş
gazisi olduğu anlaşılıyordu. O sırada evsiz, köpekle göz göze geldi. Köpeğin
gözlerinde derin bir hüzün vardı. Köpeğin gözleri tıpkı sahibinin gözlerine
benziyordu. Evsiz, savaş gazisinin ve köpeğin yanına oturdu. Sırtını duvara
dayadı. Kötü kokular yayılmaya başladı etrafa. Koku kendisinden yayılıyordu.
O sırada kaldırımdan telaşsız adımlarla bir kadın geçiyordu. Kendi kokusundan
başka bir şey duymayan ve gökyüzüne bakıp hülyalara dalan bir kadındı.
Kadın, tam da evsiz ve savaş gazisinin olduğu yerden geçerken kaldırımda put
gibi kalakaldı. Çığlığı bastı çünkü gitmek istiyordu ama ayağı yere
yapışmıştı ve bu nedenle ilerlemesini sürdüremiyordu. Ayağını, yapışan
zeminden kurtarmak için biraz öne eğildi ve ayağının altına baktı.
Ayakkabısına sakız yapışmıştı. Ayağını çekmeye çalıştı ama başaramadı.
İnatçı sakız, sıcak havada kaldırıma iyice yapışmıştı. Kadın önce bu
yapışkan sakızdan tiksindi, küfürler yağdırdı sonra burnuna gelen kokunun
sahibini arar gibi bakındı, etrafı taradı ve evsizle neredeyse burun buruna
geldi. Evsizin, sarı keskin tüyleri tekrar uzadı ama bu sefer dışarıdaydı ve
ne yapacağını bilemeden başını önüne eğdi. Kokunun sebebiydi kendisi.Savaş
gazisi, evsize dönerek “Utanmana gerek yok, yakınlarda bildiğim bir yer var,
istersen orada yıkanabilirsin, sana yardımcı olabilirim” dedi. Köpek, bir
sahibine bir de evsize baktı, hangisinin daha çok yardıma ihtiyacı vardı
karar veremedi.
Savaş gazisi, evsize yaklaştı ve mavi şapkasını kaldırarak ona başındaki
kurşun sıyrıklarını gösterdi. Savaş gazisi iri yarı, uzun boylu bir adam
değildi hatta normalin altında bir boyu vardı ve güçlü olduğu da
söylenemezdi. Cebinden telefonunu çıkarttı ve kendisinin gençlik hallerini
gösterdi. Sanki kendisini de bir zamanlar yakışıklı olduğuna inandırmak
ister gibiydi. Şimdiki hâlinden eser yoktu fotoğrafta. Bakımlı, yakışıklı,
hatta vesikalık fotoğrafta uzun bir adam duruyor gibiydi. Hüzünle eski
fotoğraflarına baktı. Evsiz, adamın sağ elinde üç parmak olduğunu fark etti.
Savaş gazisi, meraklı gözleri görünce başladı anlatmaya.
“Hep kimliğimi gizleyerek yaşamak zorunda kaldım. En zorlu görevleri bana
verirlerdi. Savaşa katıldım, esirleri kurtarma operasyonunu tek başıma
yürüttüm. Karatede son nokta olduğumu, bomba uzmanı olduğumu ve bir
dokunuşumla insanların sonunu getirebileceğime kimse inanmazdı. Savaşı
yöneten komutan bunu bilirdi ve sıradan bir insan gibi savaş alanına
gideceksin, kimse senden şüphelenmez bu görünüşünle, sonra yapacağını
yapacaksın derdi.Duvara kadar kimse beni fark etmeden ilerlemiştim. Etrafta
koca koca köpekler vardı; seslere duyarlı, kokuları iyi alan köpeklerdi
bunlar. Çantamdaki etleri çıkarttım ve onlara doğru fırlattım. Köpeklerden
birini kandıramamıştım ki azı dişlerini parlata parlata üstüme doğru koşmaya
başlamıştı. Sağ ve solumda susturucu takılmış, ağır silahlar vardı,
diğerleri anlamadan, gelen köpeğin başından vurdum ve köpek yere serildi.
Esir askerlerimizi kurtardıktan sonra duvarı patlattım. Duvarı patlatırken
oldu bu olay ve bütün parmaklarım koptu, üç tanesini bulup diktikleri için
elim böyle. Sağ kolum ve bacağım da ameliyatlı.”
Uzun yıllar savaş gazisi, devlet kapısını aşındırmıştı. Savaştan ağır
yaralar alarak kurtulmuştu ama bunun gerçek bir kurtuluş olmadığını zamanla
anlamıştı. Savaştan döndüğünde, karısının öldüğünü öğrenmişti ve hayatta
tutunacağı bir dalı kalmamıştı.Üstelik savaşı kazanan da diğer taraf
olmuştu. Yürüdüğü yollarda insanların yüzündeki nefreti görebiliyordu. Öyle
ki kıyafetinden gazilik armalarını söküp atmak geçiyordu içinden, sanki
kendisi başlatmıştı savaşı ya da tek başına savaş yenilgisinin nedeniydi.
Yok yere solan ömrünü düşündü ve devletin desteğine ihtiyaç duyarken kimse
onunla görüşmek istememişti. Bütün kapılar yüzüne kapatılmıştı. O, yenilgiyi
hatırlatandı, vücudunun eksilen yerleri, kaybedilen onuru hatırlatıyordu.
Onun zihninde ise savaşı kaybetmekten daha önemli konular vardı. Ölen masum
çocuklar, habersiz köylüler, yanan hayvanlar ve zihninde bitmeyen seslerle
yaşamak zorunda kalmıştı. Yolları aşındırmasının bir sonucu olarak iki
kazanım elde etmişti. Ruhsal destek hattı; üstelik ücretsizdi ve rehber
köpek edinebilirdi.
Savaş gazisinin seçtiği köpek, sokaklardan geliyordu. Sokak köpeği, iki
farklı yaşam tarzı arasında kalınca yetkililer, onu bir süre alıcılarının
karşısına çıkarmamışlardı. Sokak köpeği olduğunda, dişliydi, özgürdü, bir
yere aitti. Fakat sokak hayvanı olmak yaşadığı kentte en büyük günahtı. Bu
nedenle onu aldılar ve aylar süren bir eğitime tabi tuttular. Tutsaklık,
mazlum olma ve itaat etme öğretiliyordu ona. Yapamadığı her davranış
sonrası, diğer köpekler onu aşağılamaya başladılar. Sürekli geldiği yer
hatırlatılıyordu ona. Böylece artık ne özgür bir köpekti ne de uysal, nereye
ait olduğunu bilmeden yeni grubun gözüne girebilmek için uğraşıyordu. Yediği
iğneler ve dayaklardan sonra uysallık yoluna girdiğinde, aldığı eğitimlerin
hakkını verdiğini düşündüler.Sonra sahip ve köpek eşleşmesi için uzun süre
beklediler. Gelen herkese dişlerini gösterip, rehberlik yapmayacağını belli
ediyordu bu köpek. Ta ki savaş gazisinin solgun, ezik, mutsuz gözlerini
gördüğünde, kendisinin bir yansıması olduğunu anlamıştı. Sonra kendisini
sevdirmeye başladı.Savaş gazisinin yaşayan hiçbir tanıdığı yoktu. Evinde
ölürse ya da sokak ortasında başına bir şey gelirse diye bu köpek bazı
tepkiler vererek en yakın polis karakoluna haber vermek üzere
yetiştirilmişti. Bir cesedin, fark edilmediği sürece günlerce evde
çürümesinin yarattığı tahribat uzun sürebiliyordu. Böyle bir olayın
yaşanmaması önemliydi. Eğitilen köpeklerle, yalnızlık unutturulmaya
çalışılıyordu.
Yolda yürüyor üç canlı. Savaş gazisi, evsizin yıkanması için bir yere
götürüyor onu. Köpek karar veremiyor. Kendisi mi, evsiz mi yoksa sahibi olan
savaş gazisi mi asıl yalnız olan. Üçünün de gözleri yere dikilmişti ve
gökyüzünde aradıkları bir şey yoktu. Ve keskin sarı tüyleri tüm göğü
kaplamak üzere uzamaktaydı.