ÖYKÜ

Hatice Çakı  





 

ÜÇ SARI KESKİN TÜY


Evsiz adam, kafasını önüne eğmiş, yol kenarında bulabileceği bozuk paraların peşine düşmüştü. Kahve alabilmesi için az bir paraya ihtiyacı vardı. Umudunu kaybetmeden ve yoldan gözünü ayırmadan yürüdü. Yol kenarları çok temizdi. Kimse yere para düşürmüyordu. Sonunda şaşırarak yol kenarında bir sigara paketi buldu. Sevinçle onu yerden aldı. İçinde tek bir dal sigara vardı, etrafta da tanıdığı bir sürü evsiz arkadaşı. Bir dal sigarayı verdi ve karşılığında eksik olan parayı aldı. Büyük bir zafer kazanmış edasıyla doğruca kafeye yürüdü. Kahveyi aldıktan sonra, kafenin giriş kapısına yakın olan kahverengi deri koltukta yorgunluktan uyuyup kaldı. Hemen yanındaki küçük masanın üstünde kahvesi duruyordu. Kahvesi olduğuna göre deri koltukta oturmayı, uyumayı ve kırık ekranlı telefonunu şarj etmeyi de hak etmişti. Kahverengi koltuğun ayağına eski püskü, dökülen sırt çantasını dayamıştı. Çantasının ağzında, ülkesinin bayrağını andıran renkleriyle bir torba görünüyordu. Kafasında siyah bir şapkası vardı. Sarışın, otuzlarında olan, yanakları güneşten yanan evsizin, ev yüzü görmediği, uzun zamandır yürüdüğü ve uyumadığı fark ediliyordu. Bu hem yüzündeki güneş lekelerinden hem de tüm seslere aldırış etmeden uyuyabilmesinden anlaşılıyordu.

Kafede insanlar gittikçe artmaya başlamıştı. Sipariş veren uzun insan kuyruğu, sonrasında siparişi bekleyen uzun kuyruğa dönüşüyordu. Genellikle masalarda insanlar tek başlarına oturuyorlardı. Çok nadir olarak bazı masalar iki kişinin paylaşımıyla farklılık yaratıyordu. Tek başlarına oturan insanlar, kahvelerini yudumlarken ya telefonlarına ya da bilgisayarlarına bakıyorlardı. Kafe, buram buram yalnızlık kokuyordu. Para ile yalnızlık arasında doğru ya da ters orantı yoktu. Aralarında garip bir ilişki vardı. O sırada derin uykusundan uyandı evsiz adam ve şapkasının altından korkak gözlerle etrafa bakındı.Şapka, aynı zamanda kalkan görevi yapıyordu, varlığını sezdirmeden bir süre şapkasının arkasından etrafı gözlemleyebiliyordu ve insanlarla göz göze gelmekten çekiniyordu. Ya da çekinmekten çok yüzlerdeki tiksinmeyle karşılaşmaktan korkuyordu.

Evsiz, çekinmekle korkmak arasında gidip gelirken, kafenin kapısı açıldı ve içeriye uzun boylu, sarışın, iyi giyimli bir kadın girdi. Evsizle aynı yaşlarda olan bu kadın, kahvesini aldıktan sonra onun çaprazındaki masaya oturdu. Kadının gözleri kafenin içinde gezinirken, mavi gözlü evsizle karşılaştı. Kadının, ağzının etrafında oluşan çizgilerden bunun bir iğrenme belirtisi olduğu anlaşılıyordu. Kadın, hızlıca gözünü kaçırdı oradan. Hatta zihninden o kahverengi koltuğu sildi, giriş bölümünü kafeye dâhil olmaktan çıkardı ve evsizin varlığını hemen unuttu. Evsiz, kadınla göz göze gelince kollarındaki sarı tüyleri coştu ve tavana doğru uzamaya başladı. Bunun anlamını biliyordu. Bir an önce dışarı çıkmalı yoksa sarı keskin tüyleri tüm kafeyi saracak ve herkes onun varlığını görmek zorunda kalacaktı.

Kafede evsizin oturduğu köşede kahverengi deri koltuktan dört tane vardı ve hepsi birbirine bakıyordu. Sanki bu bölüm birbirine kapalı olan dört kişinin sohbeti için özel olarak ayarlanmıştı. Tüm kafe tıklım tıklımdı. Bir tek onun etrafındaki ona bakan üç koltuk boştu. Kimse onun yanında oturmak istememişti. Korkudan mı yoksa kokudan mı kimse yanaşmıyordu bilinmiyordu.

Kafeye giren orta yaşlarda, göbekli bir adam kahvesini aldı ve oturmak için etrafa bakındı. Oturacak hiçbir yer kalmadığını görünce tükürüklerini etrafa saça saça bağırmaya başladı. ”Biz vergimizi ödüyoruz ya onlar ne yapıyor? Neden bunlara izin veriyorsunuz? Kahvesini alsın ve dışarı çıksın.” Adam, dinmeyen öfkesiyle bu sefer de işaret parmağını evsize yöneltti. “Sadece senin oturduğun bölüm boş. Dört kişilik yeri meşgul etmeye utanmıyor musun?” Kızgın adam, söylediklerinin nasıl karşılık bulduğuna baktı. Birkaç homurdanmadan başka ona eşlik eden çıkmamıştı.Fazladan yer işgal ettiğini anlayan evsiz, telaşla eline torbasını aldı ve utangaçlıkla tuvalete doğru yürüdü. Tam o sırada kahverengi gözlü, orta boylu, esmer bir adamla göz göze geldi ve bu adam kendisine az önceki olaya tanık olmamış gibi gülümsedi. Kendisine gülümsendiğini görünce şaşırdı ve emin olmak için arkasında kimsenin olup olmadığına baktı. Emin olunca büyük bir minnet duygusuyla adama gülümseyerek karşılık verdi. Hatta yapabilse adama sarılırdı da. Fakat bu işte bir terslik olmalıydı. Kendisine selam veren adam, yabancı olabilirdi. Çünkü yerli olanlar bilir ve onu tanırlar, diğerlerini tanıdıkları gibi. Onları görünce genelde herkes görmezlikten gelir, gözünü kaçırır, iğrenir, yolunu çevirir. Evsiz, gülümsemenin ne demek olduğunu hatırladı böylece. Ve kollarındaki sarı keskin tüyler yavaş yavaş kısalmaya başladı. Ama temkinli olmalıydı. Birazdan yine başlayabilirdi uzamaya çünkü kulaklarında az önceki adamın sözleri yankılanıyordu. Kulaklarda yankılanan ses, beyne ve kalbe eşit zamanda varıyordu sanki. Bu nedenle kapalı bu mekândan bir an önce çıkmalıydı yoksa nefes alması güçleşecekti. Elindeki torbayı huzursuzlukla çantasına koydu ve dışarı çıktı. Dışarı çıktığında ise biraz daha huzura kavuştu ve derin derin soluklandı. Tehlike geride kalmıştı, tüylerini okşayabilirdi.

Yine başını öne eğerek ve yolda işe yarar bir şeyler bulmanın umuduyla gözlerini dört açtı. Gökyüzüne bakmanın ne anlamı vardı ki? Düşlediği bir hayali de yoktu. Sadece çocukluğundan hatırladığı birkaç romantik hayal dışında hayatında hiç hayal kurmamış gibi hissediyordu. Yukarıdan gelecek her şeyden de korkuyordu. Kar yağsa üşür ve sığınacak bir yer arardı. Yağmur yağsa ıslanır ve ayakkabılarının yağmurla dolacağından korkardı. Rüzgâr esse bir insan sıcaklığını özlerdi ve onu da bulamayacağını iyi bilirdi. Bu nedenle işi yoktu gökyüzüyle onun işi yeryüzündeki somut gerçeklikleydi.

Evsiz, başı önde yürürken başka bir kafenin önündeki masada bir adam oturuyordu ve nedense oradan uzağa gidemedi. Adam oturduğu sandalyeye köpeğini bağlamıştı. Köpek, gözünü kırpmadan sahibi olan adamın gözünün içine bakıyordu. Evsiz, bu adamı kıskandı. Gözlerinin içine bakan bir köpeği olsa belki biraz şanslı hissederdi kendisini. Adamın taşıdığı armalardan, savaş gazisi olduğu anlaşılıyordu. O sırada evsiz, köpekle göz göze geldi. Köpeğin gözlerinde derin bir hüzün vardı. Köpeğin gözleri tıpkı sahibinin gözlerine benziyordu. Evsiz, savaş gazisinin ve köpeğin yanına oturdu. Sırtını duvara dayadı. Kötü kokular yayılmaya başladı etrafa. Koku kendisinden yayılıyordu. O sırada kaldırımdan telaşsız adımlarla bir kadın geçiyordu. Kendi kokusundan başka bir şey duymayan ve gökyüzüne bakıp hülyalara dalan bir kadındı. Kadın, tam da evsiz ve savaş gazisinin olduğu yerden geçerken kaldırımda put gibi kalakaldı. Çığlığı bastı çünkü gitmek istiyordu ama ayağı yere yapışmıştı ve bu nedenle ilerlemesini sürdüremiyordu. Ayağını, yapışan zeminden kurtarmak için biraz öne eğildi ve ayağının altına baktı. Ayakkabısına sakız yapışmıştı. Ayağını çekmeye çalıştı ama başaramadı. İnatçı sakız, sıcak havada kaldırıma iyice yapışmıştı. Kadın önce bu yapışkan sakızdan tiksindi, küfürler yağdırdı sonra burnuna gelen kokunun sahibini arar gibi bakındı, etrafı taradı ve evsizle neredeyse burun buruna geldi. Evsizin, sarı keskin tüyleri tekrar uzadı ama bu sefer dışarıdaydı ve ne yapacağını bilemeden başını önüne eğdi. Kokunun sebebiydi kendisi.Savaş gazisi, evsize dönerek “Utanmana gerek yok, yakınlarda bildiğim bir yer var, istersen orada yıkanabilirsin, sana yardımcı olabilirim” dedi. Köpek, bir sahibine bir de evsize baktı, hangisinin daha çok yardıma ihtiyacı vardı karar veremedi.

Savaş gazisi, evsize yaklaştı ve mavi şapkasını kaldırarak ona başındaki kurşun sıyrıklarını gösterdi. Savaş gazisi iri yarı, uzun boylu bir adam değildi hatta normalin altında bir boyu vardı ve güçlü olduğu da söylenemezdi. Cebinden telefonunu çıkarttı ve kendisinin gençlik hallerini gösterdi. Sanki kendisini de bir zamanlar yakışıklı olduğuna inandırmak ister gibiydi. Şimdiki hâlinden eser yoktu fotoğrafta. Bakımlı, yakışıklı, hatta vesikalık fotoğrafta uzun bir adam duruyor gibiydi. Hüzünle eski fotoğraflarına baktı. Evsiz, adamın sağ elinde üç parmak olduğunu fark etti. Savaş gazisi, meraklı gözleri görünce başladı anlatmaya.

“Hep kimliğimi gizleyerek yaşamak zorunda kaldım. En zorlu görevleri bana verirlerdi. Savaşa katıldım, esirleri kurtarma operasyonunu tek başıma yürüttüm. Karatede son nokta olduğumu, bomba uzmanı olduğumu ve bir dokunuşumla insanların sonunu getirebileceğime kimse inanmazdı. Savaşı yöneten komutan bunu bilirdi ve sıradan bir insan gibi savaş alanına gideceksin, kimse senden şüphelenmez bu görünüşünle, sonra yapacağını yapacaksın derdi.Duvara kadar kimse beni fark etmeden ilerlemiştim. Etrafta koca koca köpekler vardı; seslere duyarlı, kokuları iyi alan köpeklerdi bunlar. Çantamdaki etleri çıkarttım ve onlara doğru fırlattım. Köpeklerden birini kandıramamıştım ki azı dişlerini parlata parlata üstüme doğru koşmaya başlamıştı. Sağ ve solumda susturucu takılmış, ağır silahlar vardı, diğerleri anlamadan, gelen köpeğin başından vurdum ve köpek yere serildi. Esir askerlerimizi kurtardıktan sonra duvarı patlattım. Duvarı patlatırken oldu bu olay ve bütün parmaklarım koptu, üç tanesini bulup diktikleri için elim böyle. Sağ kolum ve bacağım da ameliyatlı.”

Uzun yıllar savaş gazisi, devlet kapısını aşındırmıştı. Savaştan ağır yaralar alarak kurtulmuştu ama bunun gerçek bir kurtuluş olmadığını zamanla anlamıştı. Savaştan döndüğünde, karısının öldüğünü öğrenmişti ve hayatta tutunacağı bir dalı kalmamıştı.Üstelik savaşı kazanan da diğer taraf olmuştu. Yürüdüğü yollarda insanların yüzündeki nefreti görebiliyordu. Öyle ki kıyafetinden gazilik armalarını söküp atmak geçiyordu içinden, sanki kendisi başlatmıştı savaşı ya da tek başına savaş yenilgisinin nedeniydi. Yok yere solan ömrünü düşündü ve devletin desteğine ihtiyaç duyarken kimse onunla görüşmek istememişti. Bütün kapılar yüzüne kapatılmıştı. O, yenilgiyi hatırlatandı, vücudunun eksilen yerleri, kaybedilen onuru hatırlatıyordu. Onun zihninde ise savaşı kaybetmekten daha önemli konular vardı. Ölen masum çocuklar, habersiz köylüler, yanan hayvanlar ve zihninde bitmeyen seslerle yaşamak zorunda kalmıştı. Yolları aşındırmasının bir sonucu olarak iki kazanım elde etmişti. Ruhsal destek hattı; üstelik ücretsizdi ve rehber köpek edinebilirdi.

Savaş gazisinin seçtiği köpek, sokaklardan geliyordu. Sokak köpeği, iki farklı yaşam tarzı arasında kalınca yetkililer, onu bir süre alıcılarının karşısına çıkarmamışlardı. Sokak köpeği olduğunda, dişliydi, özgürdü, bir yere aitti. Fakat sokak hayvanı olmak yaşadığı kentte en büyük günahtı. Bu nedenle onu aldılar ve aylar süren bir eğitime tabi tuttular. Tutsaklık, mazlum olma ve itaat etme öğretiliyordu ona. Yapamadığı her davranış sonrası, diğer köpekler onu aşağılamaya başladılar. Sürekli geldiği yer hatırlatılıyordu ona. Böylece artık ne özgür bir köpekti ne de uysal, nereye ait olduğunu bilmeden yeni grubun gözüne girebilmek için uğraşıyordu. Yediği iğneler ve dayaklardan sonra uysallık yoluna girdiğinde, aldığı eğitimlerin hakkını verdiğini düşündüler.Sonra sahip ve köpek eşleşmesi için uzun süre beklediler. Gelen herkese dişlerini gösterip, rehberlik yapmayacağını belli ediyordu bu köpek. Ta ki savaş gazisinin solgun, ezik, mutsuz gözlerini gördüğünde, kendisinin bir yansıması olduğunu anlamıştı. Sonra kendisini sevdirmeye başladı.Savaş gazisinin yaşayan hiçbir tanıdığı yoktu. Evinde ölürse ya da sokak ortasında başına bir şey gelirse diye bu köpek bazı tepkiler vererek en yakın polis karakoluna haber vermek üzere yetiştirilmişti. Bir cesedin, fark edilmediği sürece günlerce evde çürümesinin yarattığı tahribat uzun sürebiliyordu. Böyle bir olayın yaşanmaması önemliydi. Eğitilen köpeklerle, yalnızlık unutturulmaya çalışılıyordu.

Yolda yürüyor üç canlı. Savaş gazisi, evsizin yıkanması için bir yere götürüyor onu. Köpek karar veremiyor. Kendisi mi, evsiz mi yoksa sahibi olan savaş gazisi mi asıl yalnız olan. Üçünün de gözleri yere dikilmişti ve gökyüzünde aradıkları bir şey yoktu. Ve keskin sarı tüyleri tüm göğü kaplamak üzere uzamaktaydı.



dizin    üst    geri    ileri
    

 



 22 

 süje