okumalar okuması, diye bir şey duydun mu? neye ve kime dönüşeceğini
bilmeden okumalar, okuduğun cümlelerin altını çizip, zaman zaman döndüğün
o sayfalarda nasıl bir izlek izlersin? ne, kim olmak istesin? zaman zaman
da okumalarından tuttuğun defterleri düşün. ne için biriktiriyorsun
onları? bu defterlerinin başına ne tür işler açacağının farkında mısın?
okuduklarınla, altını çizdiğin cümle ya da paragraflarla hatta
defterlerinle başını nasıl bir belaya soktuğunu başlangıçta, elbette
bilmiyorsun. ama okuma zamanlarının dışına çıkıp herhangi bir köşede
kahveni ya da çayını içerken o notlar canlanıveriyor gözlerinin önünde.
başta çaresizsiniz, devam ettikçe yavaş yavaş gövdeni oynatmaya başlar ve
en yakındaki kaleme ve kağıda sarılırsın. bu sarılmak yazmak demek değil
elbette. yazmak için değil, çünkü bunu neden yaptığını sen bile
anlamıyorsun. buna refleks diyelim, içgüdü diyelim. çünkü okumalarının
sende bıraktığı tortuyla yüz yüzesin. önündeki kapılara ya da pencerelere
bakıyorsun. ne arıyorsun? bir sözcük mü?ya da ne buldun kendinde? sana
ait bir korku mu yoksa bir neşe mi?
ne bulduğun önemli değil. seninle bütünleşen noktaya birkaç adım kaldı ve
sen bunun farkındasın. tek yapman gereken şey, hiçbir şey yapmamak. çünkü
henüz hazır değilsin. çünkü noktaların buluşmadı, çarpışmadı. içinde bir
şeylerin tutuştuğunu anlarsın ama kıvılcımın yetmediğini de aklından
çıkarmamalısın. içindeki bu kıvılcımın sana söylemeye çalıştığı bir şey
var, bunu biliyoruz. ama sana neler yaptıracağından emin değiliz.
içindeki bu küçük kıvılcımı koca bir ateşe çevirmek istersen o küçük
alevle dayanmalısın. dayanmalısın, o küçük alev, sana açmak gereken
kapıları gösterecektir.
hadi şimdi yeniden okumaya… nerede kaldıysan oradan başla ama bu çok
didaktik olur. başladığın ve bulunduğun o kısa iki nokta arasında kendine
uzun bir çizgi çekeceksin. okumanın hangi iki noktasından tutarsan tut
sana her zaman birleştirici uzun bir bakış sunacaktır.
başladın mı?
5.
okumayı yalnızca kitap okumak olarak düşünmüyoruz, değil mi? yaşamanın da
bir okuma olduğundan bahsediyoruz. birinci el hayattır. kitaplar ise
ikinci el. peki hangisini tercih edersin bu durumda? etmek zorunda
değilsin aslında “etme”… tercihten ziyade bunları birbirine uzak iki
nokta olarak düşün. biri hayat, diğeri kitap…
işte sen burada uzun
çizgisin.
dengelemek değil, dengeni kaybetmek aslında. zor, yazmak kadar, kitabını
yazabilmek ve onu okumak kadar…
yazmadan önce okur... yazdıktan sonra yarı okur… ama hiçbirimizin
okuması, senin okumaların kadar sürpriz değildir. çünkü bizler çok az
sürprizle karşılanırız. bu da bizim bir başka küçük sızılarımızdır.
beni anlayabiliyor musun?
bazı sözcüklerimiz bize de sürprizler sunar…
6.
dille ilgileniyor musun? dillerle değil, dilinle… okumanın dışında nasıl
konuşursun? daha doğrusu dilini nasıl kullanırsın? dilin üzerinde bir çok
sözcük larvası büyümeye başlarken; aklın gölünden çıkıp dilin lavralarına
konarsa nasıl konuştuğunu çok iyi anlarsın. dilini bekliyorsan larvalığın
senin için ne kadar iyi olduğunu anlayacaksın. o beklemelerin yaşamak ve
okumak üzerine kuruldu. seni nasıl bir larvadan bir sözcüğe
dönüştürdüğünü anlayacaksın. işte bu bir şiirin dizeleri gibi açılan
kapılar…
bence düşünmelisin.
uzun bir koridorun başında olduğumuzu unutma! her adım bir yıla denk
geliyor.