ÖYKÜ

Melek Ekim Yıldız   







BAKIŞLARININ ŞEKLİ VE OLMAMA CESARETİ


İyi günleri olur insanın. Kötü olanları da elbet. Bilirim. İyi ve kötünün birbirine muhtaçlığını. Şeytansız tanrıların olamayacağını bildiğim gibi. Ve yine bilirim, birinin diğerinin yolunu açtığını. Yazgının birbirini dinlendiren oyunbazlarıdır iyi ve kötü. Oynasınlar oyunlarını, alıp veremediğim yok. Hayattan gelen düğün bayram bana. Asıl sorun, birinin yerini diğerine değil de, boşluğa bırakması olurdu. Yaşamaya dair en büyük korkulu öngörüm boşluk ihtimali olmuştur. İçinde iyi ve / veya kötü barındırmayan devasa bir boşluk. Çünkü boşluk, esnektir; çevrelediğinin şeklini alır ve onu kendine - kendinden bir şeye ya da – dönüştürür.

İyi, lütuftur insan algısında.

Kötü’ye rıza gösterir.

Boşluk. İşte bu korkutucudur. Bilirim.

Bunları bilerek doğmadım elbette, diye geçiriyorum aklımdan. Bunları hep bilerek doğmadım elbette’yi aklımdan geçirirken o mekanik sesin ineceğim durağın yaklaştığını haber verdiğini fark edip, düşünceyi erteliyorum. Toparlanıp, inmeye hazırlanıyorum. Ringi yakalayabilir miyim, sorusuyla saatime bakıyorum. Mümkün. Tren durağa girerken yavaşlıyor, üniversiteliler iniş kapısına yığılıyor, peşlerindeyim. Nihayet yer üstüne çıktığımda, esintili bahar havasının yaydığı türlü kokuyla bir an sersemliyor, gözlerim de henüz uyum sağlamadığı ışığın verdiği rahatsızlıkla hafifçe kısılıyor. Durak caddenin karşısında. Görünürde otobüs yok. Beklemekle yürümek arasında kararsız, durağa doğru ilerliyorum. Kesintiye uğramış düşüncenin canı bir sigara çekiyor. Caddenin karşısına geçmek zor iş. Bu noktada genellikle büyük şehir belediyesine küfredilir. Ediyorum. Benzer sözcükler ring bekleyen üniversitelilerin durağının önünden geçerken kulağıma çarpıyor. Gülüyorum. Durağa ulaşır ulaşmaz, kalabalıktan ringin epeydir gelmediğini anlıyorum. Bir sigara içimlik bekler, gelmezse yürürüm diyorum kendime. Yürüyesim var aslında, neden yokuşa sürdüğümü de bilmiyorum. Çantamdan sigarayı çıkarmak için verdiğim uğraşın bir benzerini çakmak için verirken, duraktaki kadınlardan birinin bakışlarının beğenmezlikle üstüme kilitlenmiş olduğunu fark ediyorum. Gülemem, ağzımda henüz yakmadığım bir sigara var. İyilik ve kötülük birer algı meselesidir sadece, diye araya giriyor düşüncem. Yersiz. Dur bir şimdi. Çakmak yok. Semt sakinlerinin, geciken ring ve belediye hakkındaki nazik eleştiri cümleleri işitiliyor bir yandan. Çantanın az önce kontrol ettiğim kısmına tekrar uzanan parmaklarım çakmağın kaygan, metalik zeminine değiyor. Çıkarıp sigaramı ateşliyorum. Yan gözle süzülüşüme aldırmadan savuruyorum ilk nefesin dumanını. İyi geliyor. Ciğerlerinin aynı fikirde olduğunu sanmam, diye araya giriyor düşüncem. Susturulmaktan haz etmemiş besbelli. Peki, diyorum. Yürüyelim.

Hafif bir yokuş var önümde. İyi ve kötü ile işimiz bitti sanıyordum ya, aklıma düşüveriyor geçen gece okuduğum o cümle: “ Diyalektik, bir tür protez diş!” Bunu bir tür boşluk övgüsü olarak algılayışımın nedenini henüz bilmiyorum. Ana caddeyi tüketip, bahçeleri çiçeğe boyanmış evlerin sıralandığı ara sokaklara dalana kadar cümle defalarca tekrarlanıyor zihnimce. Gözüm çiçeklerin göz alıcı renklerine takılıyor. Daha dün çoraktı bu bahçeler, sararmış otlar titriyordu ayazın zalim keskinliğinde. Leylak kokusu sarıveriyor bir sokaktan diğerine saptığımda. İçimin kabardığını hissediyorum. İşte bak, diyor o esnada düşüncem. İyilik de kötülük de olduğun yerle ilgili. Bazı insanlar bazı sokaklardan hiç geçmez. Veya geçemez. Bunların hiçbirine itirazım yok. Nasıl olsun? Benim derdim boşlukla.

Boşluk düşüncesinin zihnimde giderek belirgin ve yinelenen bir korkuya dönüşmesinin, aslında diyalektiğe inancımın zayıflamasıyla ilgisi olup olmadığını soracak gibi oluyorum. Cıvıldaşan kuşlar dikkatimi dağıtıyor. Çevredeki ağaçlara bakınıyorum görebilmek için, görünürde bir tanesi bile yok. İşitilebiliyor olman yetmeli, diyorum. Görmek, lüks.

Bahçeli güzel evlerin yanından geçiyorum, şık eşofmanlı insanların yürüyüş yaptıkları parkların kıyısından. Baharın her türlü kokusunu burada, bu mahallede mümkün kılmış güçlülüğün tiksindirici burnu büyüklüğünün sokaklarını adımlıyorum. Çiçeklerin renkleri, kuşların ötüşü, ağaçlardan yayılan koku mide bulandırıcı bir pişmanlığa dönüşüyor evimin sokağı uzaktan görünür oldukça. Otobüsü beklemeliydim, diyorum. Çünkü diyalektik, ‘ bir tür protez diş’.

Böyle böyle yaklaşıyoruz birbirimize. Boşluk ve ben. Ve anlıyorum. Bildiklerimin bir kısmının hepten yanlışlığını. Boşluktan korkmaz insan. Tarafından çevrelenip, ona dönüştüğünde alacağı şekli merak eder olsa olsa. Zihnimdeki onulmaz kaşıntı şiddetini artırıyor bu sıra. Evimin önündeyim. Anahtarımı çıkarırken beni bu noktaya sürükleyen düşünceme fısıldıyorum: bakışlarının şeklini de alırmış, hazır mısın?
 

dizin    üst    geri    ileri  






  7  

 SÜJE  /  Melek Ekim Yıldız  /  yirmi yedi mart iki bin on sekiz   / 27