Ah, inkâr ki şunca ömrümde savaştığım ve başardığım yegâne şey!
(*)
Cevherime aşık olup beni sefilliğimden terk eden, beni ben yapan şeyleri
vahşi bir yırtıcı gibi elde etmeye çalışan, yaralarımı bahane edip kanı
ifa eden, güce tapan aşk soğurucuları! Dönemsel nedenselliklerin bedensel
estetik buluşumları, elmasız cehennet, kof çocuk çağrışımı, ölü imgesel
boyutsuzluk!
Kapitalin büyük anlatısına kapılmış küçük yazarcık müsveddeleri. . yüzey
yapıların sığ ve intihal replikleri, metinler arası nakaratlar ve post’u
modern dışkı kültü!
Romantizmin, özgürlüğün, demokrasinin, sosyalizmin, iyinin kapital
karşısındaki tali görüntüsü!Neden kendimizi gerçekleştiremedik? Tarihin es
ve geçiş noktalarında acımızın nisyan suikasti! Aç gözlü, kaypak ve bencil
insanı şiirler üstü bir estetikte, herkes mutluluğun doruklarındayken
şiirin çarmıhına germek!Ağlayan çocuklar için, tabiat için, insan soyunun
iyiliği için. . iyilik neye yarar ki?! Kulak leşleri düşerken köpeklerin
iniltisinden. . kaos ve yapay zekânın hâkim olduğu o tepeden…
Umut mu?! Tüm lisanlarda “ISTIRAP”…
Anlam Tabela
“Filozof edasıyla şiir mi, şair edasıyla felsefe mi?!”
İpeksi şehirler şiirine (sayfa 34) gelmeden daha, “tanrısı deniz olan
külün ışığı” notunu almıştım Hüseyin Kaplan şiiri için, ve Posedion
şerhini görmüştüm. William Blake’nin kişisel mitolojisi, modern-post
modern kalıt paradoksları çağrışımı yaptı zihnimde ilkin. Albert
Eınstein’nin Rölative, W. Heisenberg’in belirsizlik kuramını zaten
Hüseyin Kaplan’ın mesleksel izleğinden biliyorum. . yerel, evrensel
epistemolojik, ontolojik tez ve hipotezlere aşinalığını da…Geleneği
edinmiş ve aşmaya çalışan, yeniyi ararken felsefik söylemden kurtulamayan
ama romantik seçkinci ego bireyciliğinden sıyrılmış bir şiir.
Mitolojiden, felsefeden, kozmos biliminden faydalanırken, dünyanın,
ülkenin, insanın gidişatına da neşter vuruyor Hüseyin Kaplan, metafizik
bilimini de metaforlarına yedirerek. . ilksel acıdan, ben’den başlayan,
aşk, şarap esrikliğinde acı izleğiyle süren şiirlerde; deniz, ateş, ışık,
ten, ruh, su, yağmur, gül, kül, hançer, şarap, sevda, kor, sonsuz,
hiçlik, ağu, göz,
esrar, zulüm, kılıç, günah, çöl, güz, tuz, kader, keder, son-bahar,
nehir, yanardağ, uçurum, boşluk, gölge,
gece, koku, , çılgın, zaman, bellek, renk, taş, tutku, kan, girdap,
deprem, ışık, sızı, karanlık, dudak, tebessüm, yara, at, çile, toprak,
gençlik, rüya, melek, şeytan, peri, damla, ölüm, güzellik, benlik, çürük,
rüzgâr, ses, tanrı, sır, cam, yangın, delilik, haz kelimelerini yeri
geldiğinde çekinmeden tekrar tekrar kullanıyor, yanmanın ve sözün
büyüsünün götürdüğü yerde bir iksire dönüştürüyor sözcüklerini,
çalışılmış üslubu, dünya görüşü ve poetikasıyla sunuyor şarap niyetine
okura…sık kullanılan kelimeler ardışık anlamda sonraki şiire başlık
olabiliyor.
Şiirin h’iç denizi! Çapraşık dizgeli, girift bir şiir. Bütünsel
geçişgenliği sağlayan sıralı metaforların eşliğinde ikinci bölüme;
hiçliğin gölgesine:çoğul cehenneme giriyoruz!
Bilincin ışığa vurumu, esrarın mavi gözleri! yazılıma(kozmos) yazılı
imgeler, esrime, sözcük, kavram ve im ekonomisinin açılan kapakları ve
dizginsiz atlar!. . Okuru, ard düşünceye, yan okumalara davet eden
temposu artan öfkenin şiirsel koordinatları…
Giriş şiirine geri dönüşler yaparak; çilede ve külde yatan kor, rüyanın
hikmeti, diyor, yokum; öyleyse unutuyorum!
Ateist bir tanrının sözleriyim! (Boşluk) Kafka’nın negatif teoloji
denilebilen izleğini aklıma getiriyor; var olmayan tanrı! Yaşamın onulmaz
saçmalığı, insanoğlunun hiçlik ve çaresizliğini, kendi kavram, felsefe ve
imgeleminden yansıtıyor. . imgeler ve kavramlar Özdemir İnce’nin kafes
benzetmesi misali; özgürce uçup yine şiirin kafesine geri dönüyorlar.
Oyuncu’da; kayıtsız post’u modern insana gönderiyor kılıcını, gazel
yerine bir güzel kalaylıyor güzelliği, uyuşmanın tadı içki şişesinde
iksir yerine siyanür var; kanlı zulümlerin ve düzenin deli edici kahrı,
her sözü inancının kalbinden çıkan bir hançer, her imgesinde mahşeri
zihin…
Paradoks; şairin arzu nesnesi, adi arzuların batağında, acıyla ünlüyor ve
poetikasını aktığı okyanusa damlıyor. . suyun tomurcuğunda; uyuşmanın ve
simülasyonun pençesinde ölümünü yaşayan zavallı insanın, açmaz ve aymaz
cehenneminde bilge doğruların yalnız burcundan, kahpe çağın paralel
eğrilerine tırpan vuruyor. Bıçak sırtı bir sevdanın izlerinde yaşıyor
şair, sözünü kanıyor!
Benim de izleğimde iğnelenmiş olan “bir şiir var acıdan içeri, bu nasıl
insan şiirden dışarı. ”
Istıraplar simyası, fosilini arayan arkeolog! Okura, yazılanların
nedenini, acının koordinatlarını, yıkılmak istenenin yerine koyduğunu
mırıltılı bir öfkeyle, bilgece ve insanca sunarak, önererek; insanlığı
çöplükten çıkarmalı, insanın içindeki çöplüğü çıkarmalı, nasıl!?
Azrail tebessümü’yle tiradlarının temposunu daha da artırıyor; şiiri
felsefesiyle atbaşı ilerliyor. Ve laik-dindar ittifakına, cehalete, cüce
kitleye, aptal mutluluklara. . nisyana isyanla devam ediyor!
Hakikate varan yorgun lir, kılıç keskinliğinde şahmeranın koynuna giren
bir yılgın yalnızlık oluyor. Has acıyı, şiirsel hazzı, bilediği kalemiyle
sıfır noktasında, cellatlara, despotlara ve aklını yitirmiş çağa saplıyor
şiirin tansıklığında ve sarhoşluğunda denizinin…
İlk kitabı; hiçliğin inkârı’ndan sonra, inkârın inkârını ağulu bir
yanılgının rüzgârına bırakıyor.
Ve; hiçliğin inkârı, çocuk imgemiz…
“çocuk
ana yüreğindeki uçurumun çiçeği
yatıştırıcı ilacı endişelerimizin
korkulardan kaçarken
Korkudan öldüğümüz cinnetimiz
hayatın basit
ölümün anlamsızlığını söyleyen bilgemiz”
Ve perde; has acının gözyaşı.. şiir okyanusuna damlayan ari yaş,
Özgecan’ımız: namussuz çağın biricik namusu.. hiçliğin denizinde boğulan
yeryüzü, ağla sonsuz zulmüne..
İmam yıldızlardan helâllik anlıyor! (**)
SÖZSÜZ BİR HİÇ!
____________________
(*)
Ş. K. / eskiizler (**)
Ş. K. / yeni başlayanlar için opera şiirinden