Öykü kitaplarında, kitaptakilerden birinin ad olarak seçilmesi, yaygın
bir tutum. (Çoğu kez şiir kitaplarında da öyle.)
Közlü Yürekler’de kitaba adını veren bir öykü yok. Bütün öykülerin ortak
paydalarından biri ad olmuş: Közlü Yürekler…
İlk öykünün olay kahramanı Eskisi Büyük Menetli Ebu Abdullah’tan tutun da
onu düştüğü zor durumdan canla başla kurtarmaya koşan değirmencilere…
kitabın son öyküsü “Kırmızı Değirmen”in olay kahramanı Remzi Usta’ya,
Remzi Usta’nın kalfasına dek kitapta adı geçenlerin hepsi de yüreği közlü
kişiler. Kimi Türkiyeli, kimi Suriyeli; kimi Türk, kimi Arap, kimi Kürt,
Süryani, Ermeni vb… Hepsinin de yürekleri ateşli, közlü…
Bir kısmı düpedüz anı, hatta makale olup hem de anı ve makale tekniğine
uygun yazılmış irili ufaklı 23 öykünün yer aldığı bu kitapta öykülerin
bittiği yerlere “Güzel, kısa öykü” diye not düştüğüm “Köpeğe Kahkaha”,
“Nişadır Yangını”, “Tezgâhtaki Gramofon”, “Gerbo’nun Bayramlaşması” ve
“Kırmızı Değirmen” adlı öyküleri sevdim; iyi bir öykü okuma tadını en çok
bu öykülerden aldım.
Buna bir örnek vermek isterim; hem de bu ilk öyküden:
Kocaman siyah kaputu sırtında iri cüsseli Ebu Abdullah, gezgin satıcıdır.
Kara kaputunun kapladığı iri gövdesiyle daha çok çarşıdan pazardan uzak
düşmüş yaylacılara öteberi satarak sağlar geçimini. Yöre köylülerinin
ceviz, badem, nohut benzeri mallarına karşılık onlara şalvarlık,
gömleklik, genç kızlara fistanlık türünden kumaş taşır iki katırıyla. Bir
gün, yayla yollarından birinde köprüden geçerken katırlardan birinin
ayağı boşa gelir, hayvancağız yüküyle birlikte suya kapılır. Olay
yerinden az yukarıdaki değirmende bulunan değirmenciler yardım etmek için
ellerinden geleni yaparlar ama giden gider. Abdullah, çocuk gibi hıçkıra
hıçkıra ağlar. Onun ağıtına değirmenciler de katılır. Ancak içlerinden
biri suların alıp götürdüğü katıra ve kumaşlara ağladığını zannettiği
Abdullah’a çıkışır. Halbuki Eskisi Büyük, ne katıra ne kumaş toplarına
ağlamaktadır. Şimdi o, yaylalarda kendisini bekleyen müşterilerine ne
diyeceğinin kaygısında. Arap aksanlı diliyle şöyle döker içini,
hıçkırıklarına engel olmaya çalışarak: “Ben ne deyecek yayla hatunlarına
ya hayyo (kardeş)! Nasıl bakacak yüzlerine… Kumaşları kaptırdım suya, ben
hıcıl (mahcup) olacak onlara!” (s.10)
Ağlama gerekçesini böyle koyan Eskisi Büyük’ün yüreğindeki yangını
okuyucu olarak biz de yaşarız onunla; onun kaygılarına ortak oluruz.
Öne çıkardığım öykülerin hepsi, Eskisi Büyük adlı öykünün başarı çıtası
altında değil, çoğu üstünde bile.
Öne çıkardıklarım iyi de iletileri apaçık ortaya konulmuş öbürleri kötü
mü?
Demek istediğim bu değil.
Öne çıkarılanların dışında kalanlarda da edebiyat sanatının incelikli
anlatımları diz boyu kuşkusuz. Örneğin, “Toprak Tur” adlı öyküdeki şu
gözleme bakar mısınız:
“Hepsi emekliydi. Yaşları yetmişe, gönülleri yenmişe varmıştı. / Güneş
tenlerini yavaş yavaş ısıtırken kısa pantolonları, sportif tişörtleri ve
siperi uzun şapkalarıyla sahil turuna başlıyorlardı. Tempoları yavaş ama
çeneleri kuvvetliydi. Yürüyüş kolunda hükümet devirip hükümet
kuruyorlardı. … Konu konuyu açıyor, zamanın nasıl geçtiğini
anlayamıyorlardı.” (s. 47)
Yine bu kümenin dışında kalanlardan “Türkülerin Kelebeği” adlı öykünün
bitimine “Öykü oylumunu aşan bir öykü” notunu düşmüşüm. Neden böyle bir
not? Şundan:
Bu öyküde olaylar/olgular, katmanlar halinde üst üste bindirilmiş;
ayrıca, bu katmanlar arasında uzun zaman aralıkları var. 6 sayfa
uzunluğundaki öyküde;
Önce; doğayı, yaşamı tutkuyla seven; genel sağlığıyla birlikte gözlerini
de yitmiş olan; aklını ve onurunu yitirmediğini, ölene dek
yitirmeyeceğini söyleyen; eşi ve çocukları kentte yaşamalarına karşın
kendisi ana ata yurdu köyünde, köy evinde yaşayan Aşkar Mehmet tanıtılır.
Sonra; olay başkişisinin geçmişine dönülür öyküde. Onun, kent yaşamına,
kentteyken yaptığı işlere, örneğin küçük bir market işlettiği, şantiye
bekçiliği ettiği günlere… Ardından onun yine köy yaşamı, köydeki yaşamı
anlatılırken yine gençlik yılları, örneğin Arabistan çöllerinde kum
yutarak dünyalık kazanmaya çalıştığı dönemler serilir önümüze. Bu arada,
Aşkar Mehmet’e hep yardımcı olan öğretmen kardeş, kentte annesi ve öbür
akrabalarıyla yaşayan oğul Tunay da öykü kişisi olarak çıkar karşımıza.
Öykünün sonlarına doğru, köyde tek başına yaşayan Aşkar Mehmet’in
edindiği küçük pilli radyo, Aşkar’ın o radyoya olan aşkı, her sabah
kalkar kalkmaz açtığı radyodan mest olarak dinlediği türküler anlatılır.
Ana damarıyla modern bir öykü olmasına karşın klasik öykü özelliklerini
de bağrında barındıran bu öykü esasen ölen Aşkar Mehmet’in başta öğretmen
kardeşi olmak üzere yakınlarınca toprağa verilmesiyle biter. Ama yazar
Kabadayı öyküyü öylece bitirmemiş.
Yazarın dili nasıl kullandığını, anlatımının hangi biçemde evrildiğini
görmeye/göstermeye yarar düşüncesiyle öyküden iki alıntıya burada yer
vermeliyim. Biri en baştan, biri de en sondan…
Öykü şu tümceyle başlar:
“Balkonundan kırk yıldır karanfil ve güller sarkan evin tahta sedirinde,
uzayan gecelerin bekçisi ve sabahların ışığını alamayan gözlerin
insanıydı Aşkar Mehmet.” (s 53)
…
Aşkar Mehmet ölmüş, defin işi bitmiş, sağ olanlar Aşkar Mehmet’in evine,
odasına gelmişlerdir. Odanın içinde bir kelebek uçup durmaktadır. Onu
eline konduran öğretmen amcası, yeğeni Tunay’a;
“Bak Tunay, bu kelebek benim can dostum abimdir. Sabah sabah onun
türküsünü dinlemeye gelmiş. Bundan böyle babanızın radyosunu siz açık
tutacaksınız. Kelebeğin türküleri hiç susmasın artık.”
(s 58) der ve Türkülerin Kelebeği
adlı öykü öğretmen kardeşin bu sözleriyle biter.
Öykü özelliği yanında çoğu kez imgesiz, gizemsiz, sanat yapma kaygısı
güdülmeden açık iletilerin öne çıkarıldığı bu kitapta yazar Müslüm
Kabadayı, ‘sanatlı söyleyiş’i elinin tersiyle ötelemiş olsa da usta bir
kalem olduğunu “imgesiz, gizemsiz, sanatsız” yazdıklarında da koymuş
ortaya.
Onları, okuyucuya bırakıp geçiyorum.
“Közlü Yürekler”den önce yayımladığı ilk öykü kitabı “Salkım Saçak
Keldağ”dan ve katkı koyduğu ortak kitaplardan başka her biri birer
derleme, inceleme, araştırma kitabı olan 7 kitabı daha vardır yazarın.
Bunlar;
“Hatay Biyografisi Üzerine Bir Deneme”, “Hatay Halk Şairleri”, “Doğu
Karadeniz Lehçeleri Karşılaştırmalı Sözlüğü”, “Amik’ten Amanos’a Alkım”,
“Suriye Günlüğü”, “Hataylı İki Âşık: Kâmil Sarıateş ve Osman Telli”, “Her
Yönüyle Kışlak” adlı kitaplardır.
Yazdıklarının çoğunda düşünceyi öne alan bir yazardır Müslüm Kabadayı.
Kimi öykülerinde düşüncenin, iletinin (mesajın) belirginliği buradan
gelir.
Çalışmaları arasında ikinci kezdir öykü dünyasında (da) kalem oynatan
(Tuş döven mi demeli?) yazarı; duyarlı, yurtsever/insansever yüreğini
halk aydınlanması yolunda ‘yorduğu’ için; ayrıca, sosyalist duruşunun
ibresi hiçbir sallantıda titremediği için kutlamak gerek. Ben, kutluyorum
ve Müslüm Kabadayı’nın, gelecekte, okuyucu önüne daha büyük başarılarla
çıkacağına inanıyorum.
____________________
(1) Müslüm Kabadayı,
Közlü Yürekler (Öyküler), Phoenix Yayınevi, Ocak 2016, 142 sf.