Çarşafı kalçalarına doğru çekti, yatağın üzerinde biraz daha uzandı.
Saçlarını düzelterek dudaklarına bir gülüş kondurdu. Gözleri pencereden
gelen ışığın etkisiyle elmas parlaklığında ışıldıyordu. Aynı ışık, tıpkı
Venüs de Milo gibi vücudunun kıvrımlarında estetik dokunuşlarla mermer
parlaklığında pürüzsüz bir tene dönüşüyordu.
Adam, sehpanın üzerinde duran fırçalardan bir tanesini seçti. Boyaların
dans ettiği paletin üzerindeki kırmızıya fırçasını hafifçe dokundurdu.
Odanın içinde hafif bir tonda yayılan Handel’in Sarabende’si eşliğinde
fırçasını kırmızının üzerinde ağır ağır dans ettirmeye başladı. Kırmızıyı
biraz daha ateşlendirmek için bir parça turuncuya dokundurdu. Şimdi
hazırdı. Tuvale doğru uzandı, aynı anda Sarabende’nin ritminde kırmızı
elbisesinin baş döndürücü savruluşuyla bir flamenko dansçısı kadın
fırçanın ucunda belirdi. Genç adam ve dansçı kadın fırçayla beraber
tuvalin üzerinde dans etmeye başladılar.
Kadın beyaz çarşafların arasında kıpırdamadan yatıyordu. Ruhu flamemenko
dansçısıyla bütünleşmiş, kırmızının en ateşli halinde en uzaktaki
anılarına yol alıyordu. Aşkları, sevgileri düşüncelerinden mutlu anlar
olarak bir bir geçiyordu. Sevdiği adamın kollarında ilk dansını
hatırladı.Dansın büyüsünü, birbirlerine olan tutkularını
yaşıyordu.Kırmızı elbisenin içinde sedef teninde parlayan bir çift zümrüt
yeşili göz sevdiği adama bakıyor, müzik eşliğinde ayaklarının ritmiyle
mutluluktan uçuyorlardı.
Adam tatlı bir esinti hissetti. Esintiyle birlikte odanın içine yıllar
öncesini hatırlatan bir parfüm kokusu yayıldı ve bir çift kol bedenini
sardı. O anda, bütün vücudunu saran bir kıvılcım parmaklarının ucundan
fırçasına kadar uzandı.Tuvaldeki kadının dudaklarına aşkın, tutkunun en
kızıl haliyle son dokunuşu yaptı. Yanında uzanan kadının ateş
sıcaklığındaki dudaklarını hissetti. Odayı dolduran müzik değişmiş, ağır
ritmin yerini Bizet’in Carmen’i almıştı. Adam, duygularının doruğunda,
çarşafı kadının teninden hafif dokunuşlarla çekti. Fırçasının ucundaki
kırmızı rengi kadının dudaklarına kondurdu. Dudaklarında kırmızının
sıcaklığı yayılırken fırçadaki son kızıllık tuvale doğru yayılmaya başladı
ve tatlı sıcacık pembe bir tene dönüştü. Yüzünü kadının saçlarına gömdü.
Bir ömür yaşamak istediği kadına sıkıca sarıldı. Müziğin yükselişleri ile
tutkuları da en yüksek noktalara ulaşıyor, flamenko dansçısı kadının
etekleri kızıl bir ateş gibi savruluyor ve üzerlerini örtüyordu.Adam
tuvalin içinde kayboluyor, üzerindeki renkleri içindeki duygular gibi
kaynaştırıyor, birbirine sarılan renkler onu aşkla
bütünleştiriyordu.Durdu, o anı kaybetmek istemiyordu. Düşlerinden onu
saran kırmızılık ve onun sıcaklığı kaybolmasın istiyordu.
Müzik bitmişti. Tuvaline dokundurduğu renkler, son şekillerini alarak
duyguların en güzel halini resme aktarmışlardı. Onun durgunluğunu fark
eden kadın,
- Sanırım yoruldunuz!
- Hayır,dedi adam.
Kadın yatakta doğruldu, üzerine bir şeyler almak için yerdeki giysilerine
uzandı. Ağır ağır giyinirken üzerindeki çarşafın kaymamasına özen
gösterdi. Pencereden vuran ışık şimdi Venus de Milo’yu değil yılların
çizgilerinin oluşturduğu ve donuklaşan bir bedeni aydınlatıyordu.
Gözlerini kaldırdı, karşısındaki duvarın ötelerine doğru sanki geçmişinde
bir şeyler ararcasına baktı. Her şey diriliğini, çekiciliğini kaybetmiş
olsa da halâ ışıl ışıl parlayan zümrüt gözler aşığının kolundaki kadının
mutluluğunu taşıyordu. O gözler o aşkı unutmuyor ve görmek istiyordu.
Sevdiği adamı kendisine büyüleyen o gözler sahip olduğu bedene bulduğu
aşk kadar bağlıydı.Şimdi o bedenin ölümsüzleşmesini istemişti. Bir
taraftan da yitip gitmekten gelen kaygıyla her geçen gün kaybedeceğini
sandığı hafızasının bir yerlerden ona seslenmesini istiyordu. Aşkı, aşka
neden olan kadını ölümsüzleştirmek istiyordu.
Sandalyenin üzerine bıraktığı kırmızı fularını aldı,hareketlerinin
yavaşlığına rağmen bir dansçı kadar estetik bir hareketle boynuna
takarken, flamenko dansçısı kırmızı kumaşın kıvrımlarına yerleşti. Tekrar
başlayan Handel’in Sarabendesi ile yaşlı kadın ve flemenko dansçısı son
danslarını yapmak üzere ağır ağır odadan çıktılar.
Adam pencereye doğru yaklaşarak dışarı baktı. Odaya vuran güneşin
etrafında turuncu, kızıl hareler oluşmaya başlamıştı. Uzaklarda kalan
aşkın işlendiği bir tablo duruyordu karşısında. “Aşkın rengi gibi. Ama
uzaklarda...” diye iç geçirdi. Batan günün ardından dalıp giderken,
gözlerinden bir damla yaş yanaklarından süzüldü.
O resim, ona eşsiz bir sanat eseri olma özelliğini katan iki insanın
ardından otuz yedi yıl sonra müziğin hiç susmadığı bir salonda en güzel
yerini alarak ölümsüzleşmişti.