Bazen vazgeçmeyi bilmek gerek diye düşündü. Yenilgiyi kabullendi.
Direnmedi. Terk edilirken ağlamadı bile. Vazgeçti. Bütün gün tıkınıp
durdu. O an bir boşluğun içinde tepetaklak yuvarlandı. Tutunacak bir dal
ararken parçaladı tırnaklarını. Yaşadığı rutubetli hayallerin kör
camından baktı. Görebildiği tek şey, yamalı asfalttan geçen topuklardı.
Avaz avaz bağıran hurdacıya satmak istedi elinde kalan kırık dökük
hayalleri. Alacağı mandallar da anlaşıp anlaşamayacağını düşündü.
Vazgeçti. Hayal kırıklıklarının hıncını, yarını için erzak toplayan
karıncalara kustu. Öyle bir yöntem bulmalıydı ki, uzun sürmeden, uyur
gibi terk etmeliydi ruhu mabedini. Elinde tuttuğu kör jiletle enine mi
yoksa boyuna mı yarmalıydı bileklerini. Kan çıkar mıydı kirlenen
bedeninden. Kim bilir belki de milyonlarca cenin taşıyan spermdi
damarlarında dolaşan. Musluktan su akarken yamalı küvetine, çözemediği
matematik problemlerini düşündü. Bütün gün boyunca ilk kez gülümsedi.
Sonra mırıldandı. ''keşke ilk çözemediğim problemden sonra yok olsaydım.
Daha az acı biriktirirdim kalbimde''. Sırf bu günü için aldığı İtalyan
ceketiyle girdi ölümün soğuk koynuna. Bileklerini açtı, derin bir nefes
aldı. Tereddüt etmemeliydi. Zira acıları katlanırdı. Öylede yaptı.
Acımadı kendine. Tıpkı hayat gibi. Yırtıp attı bileklerini. Damarları
boşalırken orgazm olur sanmıştı. Ama en kötü mastürbasyondan daha çok acı
çekmişti. Şeffaf renk kırmızıya dönüştükçe, bedenini kaplayan sızı
uyuştu. Yok olurken, gözlerinin takıldığı sararmış tavandaki garip
şekiller göreceği son şey olmuştu...