Deniz, üzerinde durduğum kara parçasından bakınca sonsuzluğu anımsatıyor.
Başlangıcı ve sonu yok gibi gözlerimin önünde uzanıyor. O sonsuzluğa
dalıp gidiyorum. Öyle bir an geliyor ki bir fotoğraf gibi kıpırtısız,
cansız ve geçmişte kalan bir an oluyor. Hangi zaman, hangi an? Bakınca
hatırlanacak anılar arasında yerini alarak içinde bulunduğum ana
dönüşüyor. Üzerinde gökyüzünün rengi, güneşin oluşturduğu pırıltılar ve
hafif bir rüzgarla kıyıya vuran dalgalar. Kıyıya doğru dans eden bir
balerin gibi deniz. Etekleri köpük köpük, kıyıdaki kumların üzerinde.
Önce koşarak geliyor sonra yavaş yavaş ilerlerken eğiliyor ve köpük
etekleriyle kıyıya uzanıyor. Sesi en güzel senfoni. Orkestra muhteşem,
deniz, kum, kayalar, gökyüzü ve rüzgar. Saatlerce bıkmadan usanmadan
dinleyip, seyrediyorum bu sonsuz gösteriyi. Avuçlarım patlarcasına
alkışlıyorum.
Bir adam çıkıyor o senfonik ortamdan, balerinin eteklerine doğru
ilerliyor. Elinde zıpkın ucunda görebildiğim kadarıyla on, on beş santim
kadar bir balık, çırpınıyor! O an bütün orkestradaki davulların sesi
yükseliyor, balerin gerilere doğru kaçıyor. Adam kıyıda duran diğerlerine
sesleniyor,
“Tel var mı? Tel?”
Orkestradaki yaylı sazlar acıyla yükseliyor. Acemi bir avcı. Avladığı
balıkları tele geçirip dizecekmiş. Kıyıdakilerden beklediğini bulamayınca
tel aramak için elindeki balığı kumların üzerine bırakıyor. Gözüm balığın
çırpınışlarına takılıyor. Havanın serbest oksijenini soluyamıyor. Solunum
sitemi buna uygun değil. Suda çözünmüş oksijen lazım. Kim bilir ne kadar
acı çekiyor. Ona doğru koşup kurtarmak istiyorum, bedenine saplanan
zıpkını dağların en derinliklerine gömmek istiyorum. Sadece seyrediyorum.
Hedeflerine kilitlenen o zalimlere bakıyor, yapamıyorum. Balık, kumların
üzerinden yukarılara doğru zıplıyor ve tekrar kumların üzerine düşüyor.
Deniz köpükleriyle balığa doğru uzanıyor, balık biraz daha zıplıyor. Bir
birlerine kavuşmak istiyorlar. İçim Bir hoş oluyor. Az önce dinlediğim o
güzel orkestra yerini sessizliğe bırakıyor. Sonra uzaklardan arp’ın
büyülü sesi duyuluyor. İnce, kırılgan, hüzün dolu sesi. Tek yapabildiğim
o minik balığın kurtulmasını, denize kavuşmasını dilemek. Balık sıçramaya
devam ediyor. Denize sesleniyorum, “Yardım et, ölmesin!” Yaralı minik
balık yaşayabilir mi? Olsun, yaşamasa bile ait olduğu ortama dönsün.
Deniz’de sanki aynı şeyi istiyor. Dalgalar biraz daha sıklaşıyor. Rüzgar
da minik balığa yardım etmek istercesine hızını biraz arttırıyor. İçim
bir hoş oluyor. Bir canlının, hangi tür olursa olsun ölümüne şahit
oluyorum. Minik balık mücadelesinden vazgeçmiyor çırpınıp zıplamaya devam
ediyor. Her zıplayışında denize biraz daha yaklaşmaya çalışıyor. Deniz de
ona! Arka arkaya gelen dalgalar minik balığın üzerinde çırpındığı kumlara
doğru uzanıyor. Tekrar bütün davullar yükseliyor ve arp’ın hüzünlü sesini
bastırırken yaylı sazlar devreye giriyor. Birden bütün orkestranın sesini
duyuyorum ve minik balık dalgalarla birlikte gözden kayboluyor. Orkestra
yavaş yavaş susuyor.
“Hop, hooop” Kaçtı yaaa! Hay Allah, balığı kaçırdık.”
Elinde telle kıyıya yaklaşan adamın sesinden başka bir şey duymuyorum.
Denize, rüzgara, kumlara, minik balığa sesleniyorum,
“Teşekkür ederim.”
Adam elindeki zıpkınla tekrar denizdeki kayalıkların arasına doğru
kayboluyor.