ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu   





 

BALIK


Deniz, üzerinde durduğum kara parçasından bakınca sonsuzluğu anımsatıyor. Başlangıcı ve sonu yok gibi gözlerimin önünde uzanıyor. O sonsuzluğa dalıp gidiyorum. Öyle bir an geliyor ki bir fotoğraf gibi kıpırtısız, cansız ve geçmişte kalan bir an oluyor. Hangi zaman, hangi an? Bakınca hatırlanacak anılar arasında yerini alarak içinde bulunduğum ana dönüşüyor. Üzerinde gökyüzünün rengi, güneşin oluşturduğu pırıltılar ve hafif bir rüzgarla kıyıya vuran dalgalar. Kıyıya doğru dans eden bir balerin gibi deniz. Etekleri köpük köpük, kıyıdaki kumların üzerinde. Önce koşarak geliyor sonra yavaş yavaş ilerlerken eğiliyor ve köpük etekleriyle kıyıya uzanıyor. Sesi en güzel senfoni. Orkestra muhteşem, deniz, kum, kayalar, gökyüzü ve rüzgar. Saatlerce bıkmadan usanmadan dinleyip, seyrediyorum bu sonsuz gösteriyi. Avuçlarım patlarcasına alkışlıyorum.

Bir adam çıkıyor o senfonik ortamdan, balerinin eteklerine doğru ilerliyor. Elinde zıpkın ucunda görebildiğim kadarıyla on, on beş santim kadar bir balık, çırpınıyor! O an bütün orkestradaki davulların sesi yükseliyor, balerin gerilere doğru kaçıyor. Adam kıyıda duran diğerlerine sesleniyor,

“Tel var mı? Tel?”

Orkestradaki yaylı sazlar acıyla yükseliyor. Acemi bir avcı. Avladığı balıkları tele geçirip dizecekmiş. Kıyıdakilerden beklediğini bulamayınca tel aramak için elindeki balığı kumların üzerine bırakıyor. Gözüm balığın çırpınışlarına takılıyor. Havanın serbest oksijenini soluyamıyor. Solunum sitemi buna uygun değil. Suda çözünmüş oksijen lazım. Kim bilir ne kadar acı çekiyor. Ona doğru koşup kurtarmak istiyorum, bedenine saplanan zıpkını dağların en derinliklerine gömmek istiyorum. Sadece seyrediyorum. Hedeflerine kilitlenen o zalimlere bakıyor, yapamıyorum. Balık, kumların üzerinden yukarılara doğru zıplıyor ve tekrar kumların üzerine düşüyor. Deniz köpükleriyle balığa doğru uzanıyor, balık biraz daha zıplıyor. Bir birlerine kavuşmak istiyorlar. İçim Bir hoş oluyor. Az önce dinlediğim o güzel orkestra yerini sessizliğe bırakıyor. Sonra uzaklardan arp’ın büyülü sesi duyuluyor. İnce, kırılgan, hüzün dolu sesi. Tek yapabildiğim o minik balığın kurtulmasını, denize kavuşmasını dilemek. Balık sıçramaya devam ediyor. Denize sesleniyorum, “Yardım et, ölmesin!” Yaralı minik balık yaşayabilir mi? Olsun, yaşamasa bile ait olduğu ortama dönsün. Deniz’de sanki aynı şeyi istiyor. Dalgalar biraz daha sıklaşıyor. Rüzgar da minik balığa yardım etmek istercesine hızını biraz arttırıyor. İçim bir hoş oluyor. Bir canlının, hangi tür olursa olsun ölümüne şahit oluyorum. Minik balık mücadelesinden vazgeçmiyor çırpınıp zıplamaya devam ediyor. Her zıplayışında denize biraz daha yaklaşmaya çalışıyor. Deniz de ona! Arka arkaya gelen dalgalar minik balığın üzerinde çırpındığı kumlara doğru uzanıyor. Tekrar bütün davullar yükseliyor ve arp’ın hüzünlü sesini bastırırken yaylı sazlar devreye giriyor. Birden bütün orkestranın sesini duyuyorum ve minik balık dalgalarla birlikte gözden kayboluyor. Orkestra yavaş yavaş susuyor.

“Hop, hooop” Kaçtı yaaa! Hay Allah, balığı kaçırdık.”

Elinde telle kıyıya yaklaşan adamın sesinden başka bir şey duymuyorum. Denize, rüzgara, kumlara, minik balığa sesleniyorum,

“Teşekkür ederim.”

Adam elindeki zıpkınla tekrar denizdeki kayalıkların arasına doğru kayboluyor.

“Akşama rakı, balık var!”


içindekiler    üst    geri    ileri   




 32