Üç yıl kadar önce karşı apartmana bir aile taşındı. Çayımı
yudumlarken uzun uzun izledim telaşlarını. Yaz sonuydu. Cenaze
namazından sonra tabutlar nasıl panikle götürülüyorsa mezarlığa,
eşyalar da öyle taşınıyordu. Ortayaşlı, uzun saçlı adam sanırım
“baba”ydı. Bütün bu karmaşanın dışında duruyordu ve üzerinde bir
misafir çekingenliği vardı. Şu yeni moda sigaralardan biri vardı
elinde, kenarda köşede duruyor, emzik gibi ağzında tutuyordu aleti.
Güzel bir karısı vardı, nakliye firmasının çalışanları olduğunu
tahmin ettiğim adamlara telaşla bir şeyler anlatmaya çalışırken çok
“hoş” görünüyordu. On iki-on üç yaşlarında bir kız çocuğu bütün gün
dolanıp durdu etrafta, sanırım tek çocukları oydu.
Ya işsizdi ya da evden çalışıyordu adam, ne zaman baksam oradaydı
çünkü. Balkonda bira içer, kitap okurdu. Akşamları kapı önüne
çıktığımda ister istemez oraya kayardı gözüm, birasını yudumlarken
bile gözünü okuduğu kitaptan ayırmazdı. Karısı bazen balkona çıkar,
kocasıyla biraz laflar, sonra içeri girerdi. Karısı içeri girdiğinde
kafası karışmış gibi sağa sola bakardı adam, kafası okuduğu kitap
yüzünden mi yoksa karısı yüzünden mi karışmış olurdu bilmiyorum.O
mesafeden bilemezdim zaten. Çok geçmeden tekrar kitabına gömülürdü.
Kim bilir ne okuyordu.
Aylarca izledim onları: Bazen imrenerek, bazen kıskanarak, bazen de
öfkeyle baktım hayatlarına. Sonra ilgimi yitirdim ve yoluma devam
ettim. Sabahın köründe uyanmak ve sırf para kazanmak için nefret
ettiği bir işte çalışmak zorunda olan kalabalıktandım. Kiramı,
faturalarımı ödemek zorundaydım ve -emeğim dahil- beni ben yapan her
şeyi satmak zorundaydım. Akşamları eve gelirdim, bir şeyler
atıştırırdım ve çalışmaya devam ederdim. Hayatım bundan ibaretti ve
değiştirmek için yeterli hayal gücüne sahip değildim.
Bir gece evde olmaktan, aile babası olmanın yükünden, çok fazla
çalışmanın bunaltıcı baskısından boğulduğumu hissettim ve kendimi
"dışarı" attım. Bir sigara yakıp yürümeye başladım sokakta. Serin bir
bahar gecesiydi ve dolunay vardı. Ne kadar dolandım bilmiyorum ama
üzerimde bir göz hissettim bir anda. Biri beni izliyordu, biliyordum,
her adımımı, her nefes alışımı, her göz kırpmamı takip ediyordu.
Karşı apartmana baktım gayri ihtiyari; uzun saçlı bir adam dikkatle
bana bakıyordu. Bir elinde kitap, diğer elinde bira vardı ve bu
haliyle bütün insani zaafların dışında görünüyordu. Neden bilmiyorum
korktum ve hemen içeri girdim. O gece erkenden yattım.
Sabah işe gittiğimde kendimi iyi hissetmiyordum. İş dediğimiz şeyin
bir oyundan ibaret olduğunu biliyordum ama onu yine de ciddiye
alıyordum. Bütün gün çalışmaya çalıştım, olduğum kişi gibi değil de
olmam gerektiği kişi gibi görünmeye özen gösterdim ve her zaman
olduğu gibi bunu başardım. (Küçük zaferler büyük bozgunlara yol
açabilir: Oy hakkı ya da Waterloo savaşı gibi.)
Eve döndüğümde huzursuzdum. İçeri girerken karşı apartmana göz ucuyla
baktım ama kimseyi görmedim balkonda. Bu biraz iyi hissettirdi bana.
Yemekten sonra bilgisayarın başına geçtim ve çalışmaya devam ettim.
Yorulduğumda dışarı çıkmak istemedim ama çıkmam gerektiğini
biliyordum.
Balkondaydı ve bana bakıyordu, üstelik baktığını gizlemeden
bakıyordu. Ben de ona bakmaya başladım. Dehşet içindeydim, üzerimde
büyük bir baskı hissediyordum. Sakince dönüp içeri girdi sonra, ışık
söndü. Büyülenmiş gibiydim, hala bıraktığı boşluğa bakıyordum.
Sokağın köşesinde belirdi bir anda, bana doğru geldi ve tam karşımda
durdu. Kelimenin tam anlamıyla donup kaldım, ne hareket edebiliyor ne
de konuşabiliyordum. Zavallı hayatımı birkaç saniye içinde gözden
geçirdim ama bu yüze dair en küçük bir aşinalık bulamadım içinde.
Karşımda duran yabancının bana ne söyleyeceğini merak ediyordum. Ne
söyleyeceğimi merak ediyormuş gibi bakıyordu yüzüme o da. (Sanırım
aramızdaki tek benzerlik buydu.)
Sonra tuhaf bir şey oldu, evimin kapısına yöneldi sakince ve dairemin
ziline bastı. Şaşkınlıkla izliyordum. Kapı açıldı ve yabancı içeri
girdi. Büyük bir karmaşa bekliyordum-karmaşa hayatım boyunca
beklediğim şeydi- ama bir şey olmadı -sessizlik dışında tabii. Elle
tutulur, kulakla duyulur bir şeydi o anda sessizlik:Babanın öfkeli
nutuklarından sonraki, öğretmenin okuyacağı sınav sonuçlarından
önceki ya da doktorun okuduğu tahlil sonuçları anındaki sessizlik.
(Dün, bugün ve daima.)
Artık gidecek bir yerim yoktu. Son kapı kapanmıştı. Bütün gece
dolanıp durdum evin önünde ama zile basmaya cesaret edemedim. Üstelik
kimse çığlık atmadı ve kimse merak etmedi beni. (Sadece birkaç köpek
havladı.) Atalarımdan kalan mirası hatırladım ve "yürümeye" başladım.
Nereye gittiğim konusunda en küçük bir fikrim yoktu ama artık
bildiğim başka bir şey de yoktu. Karanlıktı. Belki birkaç dakika,
belki birkaç saat kendimden geçmiş gibi öylece yürüdüm. Bütün dünya,
o mutsuz yazarın da dediği gibi "ıssız, yaslı bir ev gibi"
görünüyordu gözüme. Üstelik ben o evi bile yitirmiş biriydim artık.
Yorulmuştum. bir sokak lambasının kıyısına oturdum. "Issızdı,
sessizdi sokak. Şimdiye kadar kimse buralara ayak basmamış gibi."
Uzaktan gelen sesleri ilk duyduğumda korktum. Çocuk sesleri, onlara
bir anlam yükleyene kadar korkutmuştur beni her zaman. Bir sürü çocuk
bir anda istila etti sokağı, ellerinde plastik toplarla acımasızca
yürüdüler üzerime ve oynamaya başladılar. Çığlık çığlığa koşturuyor,
kahkaha atıyorlardı. Evlerin ışıkları yandı, birtakım yetişkinler
tıpkı benim yaptığım gibi yol kenarına oturup sohbet etmeye ve
çekirdek çıtlatmaya başladılar. Şişmanca bir kadın elinde bir demlik
çayla çıkıverdi köşeden ve annelerini bekleyen yavru kuşlar gibi
ağızlarını açmış koca koca adamlara servis yapmaya başladı. Evlerin
ışıkları yanmaya devam etti birer birer ve gürültü arttı. Karmaşa
oluştu bir anda. (Kollarında uyutma beni, beklediğim bu değildi.) O
kadar yalnız ve mutsuz hissediyordum ki bu karmaşa bile gözlerimi
yaşarttı ve ağlamaya başladım.
Sonra, ışığı yanan pencerelerin birinden aşağı sarkıp seslendiğini
duydum birinin: "Geç oldu, eve gel artık." Bana seslenmediğini
biliyordum elbette ama eve dönmek iyi bir fikirdi. Ayağa kalktım,
yürümeye başladım. Binaya yanaştığımda otomat, neşeli bir çığlıkla
kapıyı açtı ve içeri girdim. "Yürümeye" devam ettim. (Bildiğim başka
bir şey yoktu.) Giriş katını geçtim, birinci katı şöyle bir süzüp
yoluma devam ettim. İkinci kata ulaştığımda bir kapı aralandı ve o
kadını gördüm, eliyle işaret ediyordu gelmem için.
İçeri girdim. Balkonu ararken mutfağa girdim önce, sonra çocuk
odasında uyuyan bir çocukla karşılaştım. (Çocuk odasında uyuyan bir
çocukla karşılaşıp şaşıran ilk insandım.) Özür dileyip ayrıldım
odadan. Bir sehpayı devirdikten ve birkaç kristal bardağı kırdıktan
sonra buldum balkonu.
Masada yarım şişe bira, sayfaları açık bırakılmış bir kitap ve bir
elektronik sigara vardı. Susuzluktan ölmek üzereydim, tepeme dikip
bir yudumda içtim birayı. Sonra sigarayı elime alıp tüttürmeye
başladım. Güzeldi, çünkü hayatım boyunca beklediğim karmaşayı nihayet
bulduğumu hissediyordum. Kadın karşıma oturdu.Yüzüne baktım ama ne
soru sormak istiyor gibiydi ne de bir şey duymak istiyor gibi.
Karşıdaki binayı süzmeye başladım sonra. Dairenin ışıkları yanıyordu
ve hala elimde herhangi bir kapıyı açacak anahtar yoktu. (Hayatım
boyunca bu kadar özgür hissetmemiştim kendimi.)
Perde hafifçe aralandı, yüzünü seçemediğim biri bana bakıyor gibi
geldi, belki de sadece bir esintiydi. Gözlerimi kaçırıp kadına
döndüm, ihtiyatla “Bu adam için üzülüyorum” dedim. "Çok mutsuz
görünüyor.” “Haklısın” dedi kadın. “Onun kadar mutsuz olamayız
hiçbirimiz, biranı bitirdiysen yatalım artık.”