ÖYKÜ

Sedat Alkaç  





 

Karmaşa

“Bu adam için çok üzülüyorum.”


Üç yıl kadar önce karşı apartmana bir aile taşındı. Çayımı yudumlarken uzun uzun izledim telaşlarını. Yaz sonuydu. Cenaze namazından sonra tabutlar nasıl panikle götürülüyorsa mezarlığa, eşyalar da öyle taşınıyordu. Ortayaşlı, uzun saçlı adam sanırım “baba”ydı. Bütün bu karmaşanın dışında duruyordu ve üzerinde bir misafir çekingenliği vardı. Şu yeni moda sigaralardan biri vardı elinde, kenarda köşede duruyor, emzik gibi ağzında tutuyordu aleti. Güzel bir karısı vardı, nakliye firmasının çalışanları olduğunu tahmin ettiğim adamlara telaşla bir şeyler anlatmaya çalışırken çok “hoş” görünüyordu. On iki-on üç yaşlarında bir kız çocuğu bütün gün dolanıp durdu etrafta, sanırım tek çocukları oydu.

Ya işsizdi ya da evden çalışıyordu adam, ne zaman baksam oradaydı çünkü. Balkonda bira içer, kitap okurdu. Akşamları kapı önüne çıktığımda ister istemez oraya kayardı gözüm, birasını yudumlarken bile gözünü okuduğu kitaptan ayırmazdı. Karısı bazen balkona çıkar, kocasıyla biraz laflar, sonra içeri girerdi. Karısı içeri girdiğinde kafası karışmış gibi sağa sola bakardı adam, kafası okuduğu kitap yüzünden mi yoksa karısı yüzünden mi karışmış olurdu bilmiyorum.O mesafeden bilemezdim zaten. Çok geçmeden tekrar kitabına gömülürdü. Kim bilir ne okuyordu.

Aylarca izledim onları: Bazen imrenerek, bazen kıskanarak, bazen de öfkeyle baktım hayatlarına. Sonra ilgimi yitirdim ve yoluma devam ettim. Sabahın köründe uyanmak ve sırf para kazanmak için nefret ettiği bir işte çalışmak zorunda olan kalabalıktandım. Kiramı, faturalarımı ödemek zorundaydım ve -emeğim dahil- beni ben yapan her şeyi satmak zorundaydım. Akşamları eve gelirdim, bir şeyler atıştırırdım ve çalışmaya devam ederdim. Hayatım bundan ibaretti ve değiştirmek için yeterli hayal gücüne sahip değildim.

Bir gece evde olmaktan, aile babası olmanın yükünden, çok fazla çalışmanın bunaltıcı baskısından boğulduğumu hissettim ve kendimi "dışarı" attım. Bir sigara yakıp yürümeye başladım sokakta. Serin bir bahar gecesiydi ve dolunay vardı. Ne kadar dolandım bilmiyorum ama üzerimde bir göz hissettim bir anda. Biri beni izliyordu, biliyordum, her adımımı, her nefes alışımı, her göz kırpmamı takip ediyordu. Karşı apartmana baktım gayri ihtiyari; uzun saçlı bir adam dikkatle bana bakıyordu. Bir elinde kitap, diğer elinde bira vardı ve bu haliyle bütün insani zaafların dışında görünüyordu. Neden bilmiyorum korktum ve hemen içeri girdim. O gece erkenden yattım.

Sabah işe gittiğimde kendimi iyi hissetmiyordum. İş dediğimiz şeyin bir oyundan ibaret olduğunu biliyordum ama onu yine de ciddiye alıyordum. Bütün gün çalışmaya çalıştım, olduğum kişi gibi değil de olmam gerektiği kişi gibi görünmeye özen gösterdim ve her zaman olduğu gibi bunu başardım. (Küçük zaferler büyük bozgunlara yol açabilir: Oy hakkı ya da Waterloo savaşı gibi.)

Eve döndüğümde huzursuzdum. İçeri girerken karşı apartmana göz ucuyla baktım ama kimseyi görmedim balkonda. Bu biraz iyi hissettirdi bana. Yemekten sonra bilgisayarın başına geçtim ve çalışmaya devam ettim. Yorulduğumda dışarı çıkmak istemedim ama çıkmam gerektiğini biliyordum.

Balkondaydı ve bana bakıyordu, üstelik baktığını gizlemeden bakıyordu. Ben de ona bakmaya başladım. Dehşet içindeydim, üzerimde büyük bir baskı hissediyordum. Sakince dönüp içeri girdi sonra, ışık söndü. Büyülenmiş gibiydim, hala bıraktığı boşluğa bakıyordum.

Sokağın köşesinde belirdi bir anda, bana doğru geldi ve tam karşımda durdu. Kelimenin tam anlamıyla donup kaldım, ne hareket edebiliyor ne de konuşabiliyordum. Zavallı hayatımı birkaç saniye içinde gözden geçirdim ama bu yüze dair en küçük bir aşinalık bulamadım içinde. Karşımda duran yabancının bana ne söyleyeceğini merak ediyordum. Ne söyleyeceğimi merak ediyormuş gibi bakıyordu yüzüme o da. (Sanırım aramızdaki tek benzerlik buydu.)

Sonra tuhaf bir şey oldu, evimin kapısına yöneldi sakince ve dairemin ziline bastı. Şaşkınlıkla izliyordum. Kapı açıldı ve yabancı içeri girdi. Büyük bir karmaşa bekliyordum-karmaşa hayatım boyunca beklediğim şeydi- ama bir şey olmadı -sessizlik dışında tabii. Elle tutulur, kulakla duyulur bir şeydi o anda sessizlik:Babanın öfkeli nutuklarından sonraki, öğretmenin okuyacağı sınav sonuçlarından önceki ya da doktorun okuduğu tahlil sonuçları anındaki sessizlik. (Dün, bugün ve daima.)

Artık gidecek bir yerim yoktu. Son kapı kapanmıştı. Bütün gece dolanıp durdum evin önünde ama zile basmaya cesaret edemedim. Üstelik kimse çığlık atmadı ve kimse merak etmedi beni. (Sadece birkaç köpek havladı.) Atalarımdan kalan mirası hatırladım ve "yürümeye" başladım. Nereye gittiğim konusunda en küçük bir fikrim yoktu ama artık bildiğim başka bir şey de yoktu. Karanlıktı. Belki birkaç dakika, belki birkaç saat kendimden geçmiş gibi öylece yürüdüm. Bütün dünya, o mutsuz yazarın da dediği gibi "ıssız, yaslı bir ev gibi" görünüyordu gözüme. Üstelik ben o evi bile yitirmiş biriydim artık.

Yorulmuştum. bir sokak lambasının kıyısına oturdum. "Issızdı, sessizdi sokak. Şimdiye kadar kimse buralara ayak basmamış gibi."

Uzaktan gelen sesleri ilk duyduğumda korktum. Çocuk sesleri, onlara bir anlam yükleyene kadar korkutmuştur beni her zaman. Bir sürü çocuk bir anda istila etti sokağı, ellerinde plastik toplarla acımasızca yürüdüler üzerime ve oynamaya başladılar. Çığlık çığlığa koşturuyor, kahkaha atıyorlardı. Evlerin ışıkları yandı, birtakım yetişkinler tıpkı benim yaptığım gibi yol kenarına oturup sohbet etmeye ve çekirdek çıtlatmaya başladılar. Şişmanca bir kadın elinde bir demlik çayla çıkıverdi köşeden ve annelerini bekleyen yavru kuşlar gibi ağızlarını açmış koca koca adamlara servis yapmaya başladı. Evlerin ışıkları yanmaya devam etti birer birer ve gürültü arttı. Karmaşa oluştu bir anda. (Kollarında uyutma beni, beklediğim bu değildi.) O kadar yalnız ve mutsuz hissediyordum ki bu karmaşa bile gözlerimi yaşarttı ve ağlamaya başladım.

Sonra, ışığı yanan pencerelerin birinden aşağı sarkıp seslendiğini duydum birinin: "Geç oldu, eve gel artık." Bana seslenmediğini biliyordum elbette ama eve dönmek iyi bir fikirdi. Ayağa kalktım, yürümeye başladım. Binaya yanaştığımda otomat, neşeli bir çığlıkla kapıyı açtı ve içeri girdim. "Yürümeye" devam ettim. (Bildiğim başka bir şey yoktu.) Giriş katını geçtim, birinci katı şöyle bir süzüp yoluma devam ettim. İkinci kata ulaştığımda bir kapı aralandı ve o kadını gördüm, eliyle işaret ediyordu gelmem için.

İçeri girdim. Balkonu ararken mutfağa girdim önce, sonra çocuk odasında uyuyan bir çocukla karşılaştım. (Çocuk odasında uyuyan bir çocukla karşılaşıp şaşıran ilk insandım.) Özür dileyip ayrıldım odadan. Bir sehpayı devirdikten ve birkaç kristal bardağı kırdıktan sonra buldum balkonu.

Masada yarım şişe bira, sayfaları açık bırakılmış bir kitap ve bir elektronik sigara vardı. Susuzluktan ölmek üzereydim, tepeme dikip bir yudumda içtim birayı. Sonra sigarayı elime alıp tüttürmeye başladım. Güzeldi, çünkü hayatım boyunca beklediğim karmaşayı nihayet bulduğumu hissediyordum. Kadın karşıma oturdu.Yüzüne baktım ama ne soru sormak istiyor gibiydi ne de bir şey duymak istiyor gibi. Karşıdaki binayı süzmeye başladım sonra. Dairenin ışıkları yanıyordu ve hala elimde herhangi bir kapıyı açacak anahtar yoktu. (Hayatım boyunca bu kadar özgür hissetmemiştim kendimi.)

Perde hafifçe aralandı, yüzünü seçemediğim biri bana bakıyor gibi geldi, belki de sadece bir esintiydi. Gözlerimi kaçırıp kadına döndüm, ihtiyatla “Bu adam için üzülüyorum” dedim. "Çok mutsuz görünüyor.” “Haklısın” dedi kadın. “Onun kadar mutsuz olamayız hiçbirimiz, biranı bitirdiysen yatalım artık.”
 


dizin    üst    geri    ileri    






 21 

 SÜJE  /  otuz yedinci sayı