Tiyatro sahnesinin tozu olduğu gibi dernekçiliğin de bir tozu varmış
demek. Yalnız bu kez dernek, çocuklar için kurulmuş bir dernek. Daha
doğrusu eşimin öğrencileriyle birlikte kurup benim de gönüllü
müstahdemlik! yaptığım bir dernek.
İçeride artık materyallerden çocuklara oyuncak yaparken hep birlikte,
çalınan kapıyı gidip açtım. Karşımda yetmişli yaşlarında bakımlı bir
kadın.
“Çocukluk Bizde Kalsın adıyla siz burada ne yapıyorsunuz?” sorusunun yanıtı
uzun olacağından içeri davet ettim hanımefendiyi.
Dernek başkanı, dernek olarak neler yaptıklarını anlatmaya başladı. Emekli
öğretmen olduğunu öğrendiğimiz ziyaretçimiz dernek başkanını dinliyor ama
gözü masanın üzerinde yeni çıkmış olan “Ömrümüzü Hayat Yaptığımız Yıllar”
kitabının üzerinde.
O, sürekli kitabın kapağına baktıkça ben geriliyorum. Kitabın kapağı
maşallah yangın yeri! Üstüne bir de Orhan Taylan’ın 1 Mayıs resmi var
arka planda; bir işçi zincirlerini koparıyor.
Şimdi, diyorum kendime, eleştirmeye başlarsa; komünistlikten girecek
bölücülüğümüzden çıkacak! Misafir de başımızın tacı, ne diyebiliriz ki?
Ziyaretçimizin kitapla buluşması uzun sürmedi. Uzanıp aldı kitabı masanın
üzerinden. Ve kapaktan başladı incelemeye. Ziyaretçi emekli öğretmenimiz
dernek başkanını dinler gibi yapsa da o sanki yanımızda değil.
Kapak tetkikinden sonra iç sayfalara geçiyor. Benim tansiyonum yükselmeye
başlıyor. Kitapta; Karadeniz Dev-Genç, Gominizmin Merkezi, Marksizm,
Bolşevik Partisi Tarihi, Faşizm Üzerine Dersler, Dimitrof, Stalin, Lenin, Mahir Çayan… Ne ararsan var!
Dernek başkanı da geçip oturuyor ziyaretçinin karşısındaki koltuğa. Ben
ayaktayım, tetikte bekliyorum.
Emekli öğretmen kitabı incelerken ben hep ziyaretçinin yüzüne bakıp,
baktığı sayfaları tahmin etmeye çalışıyorum. Hani, hangi sayfaya
bakıyorsa, yüzünün haritasından düşündüklerini okuyacağım. Aslında poker
hiç bilmem ama elimden gelen bu o anlarda.
Fark ediyorum ki ziyaretçi kitaptaki fotoğraflara bakıyor hep. Hem de
zaplamadan, uzun uzun, âdeta aile albümüne bakar gibi bakıyor.
Fotoğraflara bakarken yüzü sanki nurlanmış gibi geliyor bana ama emin
olamıyorum yine de. Sonucu görmek için beklemekten başka çare yok.
Bekliyoruz sabırla, ümitle. Bu arada kendime soruyorum: Kitaptaki
Katarina Witt fotoğrafı kurtarır mı acaba bizi diye. Gerçi o zamanlar o
da yoldaşımızdı ya neyse…
Ziyaretçimiz elinde tuttuğu kitaptan başını kaldırıp arkasına yaslanıyor
ve bize :
“O dönemdeki erkek çocuklar çok yakışıklı, kızlar da çok güzelmiş!”
“……………………………..”
“Işıklıymış hepsinin yüzü!”
Bizim şaşkınlığımız sevince dönüşüyor; gözlerimiz buğulanıyor.
Buğulanıyor çünkü; hem o yıllarda yitirdiğimiz arkadaşlarımızı
hatırlıyoruz, buğulanıyor çünkü; ülkenin çürüme günlerinde hiç
beklemediğimiz birisinden bu güzel sözleri duyuyoruz…
Ve soruyor ziyaretçimiz:
“O gençlerin hepsini biçti de bu devlet, kurtuldu mu? Şimdi yerlerde
sürünüyor…”
Kendisine sarılarak yolcu ediyoruz ziyaretçimizi ve sözleşiyoruz: gelecek
ay dernekte çocuklara ücretsiz resim dersi verecek.
İçeri girip Ömrümüzü Hayat Yaptığımız Yıllar’ın bu kez sadece
fotoğraflarına bakıyorum. Fotoğrafların hepsi gözlerimde canlanıyor,
yüzüm bulutlanıyor, sırayla geçiyorlar gözlerimden:
Leyla Kasım, Aynur Sertbudak, Nurettin Altaylı, Cumhur Yücel, Memiş
Kışla, Nejdet Adalı, Melih İnal, Necmi Gökçe, Suat Çetin ve diğerleri.
Evet hepsi güzel, hepsi yakışıklı.
Devam ediyorum bakmaya: Ahmet Haşim, Murat Tıkıroğlu, Tikko Cengiz,
Cedit’li Sebo, Mao Kubilay, Haluk Kükey, Nazmiye Çelebi, Birgül, Raif
Gümüş, Cengiz Türüdü, Hukuklu Yaşar, Yozgatlı Ahmet, Çorumlu Selahattin,
Mişon Faruk, Turgay, Şener Çınar, Uğur, Ömer Deli, Feride, Ali, Esat,
Gönen Orhan, Melda, Semih Özcan, Bünyamin, Emel, Nursel, Günsel, Serpil,
Filiz, İnci, Taha, Çağatay, Rıfkı, Sabahat, Sinan, Yüksel ve
sayamadıklarım; onlar hâlâ güzel ve yakışıklı bu çürüme günlerinde.