ÖYKÜ

Havva Ağral  







SAYDAM ve KAMAŞMAK


Güvercinlere yem verdi. Taklacıya bakarken bir güldü. Yakasına yoldan bulduğu karanfili kondurmuştu. Hâlâ taze kokuyordu. Aşağıya inmek biraz güç geldi. Yaş aldıkça sırtına binen bir de kamburu vardı.

Yan evin duvarları yüksek olduğundan güvercinler zamanla yollarını şaşırıp ters pike yaparlardı. Olmadık yerlere konar uçamaz, adamın seslenişine yanıt olarak gurk gurk diye öterlerdi. Hiç dönemezlerse ölür kalırlardı orada. Mecburen komşunun kapısını çalmak gerekiyordu. Kamburu, yıllar sonra bedenine inmiş, böbrek ağrıları, tutmayan beli ile kendince acele koşardı komşuya. İki kat merdivenleri çıkmak ölüm gibi, kuşu ürkütüp kendi çatısına kovalamak ayrıca bir efor gerektirdiğinden “Sizin çatının ilerisindeki kuşu bir ürkütüverin de gelsin bizim çatıya” diye rica ederdi.

Gençliğinde deli derlerdi. Hatta tüm ailesine de deli derlerdi. Kimileri kârına delidir o doğasının delisiydi. Dobra dobra, küfürbaz, neşeli… Yaşı ilerledikçe içine kapandı. Ortanca oğlunun ettikleri, hayatta hep hor görülmesi o neşeli delilikten iz bırakmamıştı. Ama yine de arada sırada içindeki o doğanın delisi adam dışarı fırlar ve Deli Efe’yi kahkahalarla güldürürdü. Bazen o kahkaha kıkırdama şeklinde de çıkardı. Yine de kapandı işte, tenine hastalığın esmer tonları da vurmuştu. Kara bir gölge gibi sessiz sedasız yürür geçerdi. Soranlara, “ecel geliyor hepsi bahane” diyerek artık ölüme yaklaştığını kabul ettiğini anlatmaya çalışırdı.

Küçük bir damda keçi, kazlar, inek ve koyun beslerdi. Oldukça eski bir kayıklı motor ile yaz kış demeden ova yollarını bu kayıklı ile geçerdi. Mahallede onun kayıklı motoru çalıştığında sesi ortalığı ayağa kaldırırdı. Küçük çocukların çok korktuğu bir ses! Alışanlar oldu, çıkışanlar oldu. Ses, Deli Efe’nin varlığını ilan eden yırtıcı bir gürültü; ses, yalancı huzur ile yaşayan insanlara birer küfür.

Kore’de, gençlik yıllarında gözünün birini bıraktı. Yıllar önce cam koydurdu gözüne. Saydam siyah bir bilyeye benzeyen bu gözle yıllarca dolaştı. Yaşamaya öylece alıştı gitti. Ama ona tek göz demediler. Doğasının deliliği ağır basıyordu çünkü.

Bugün, gün boyu taze karanfili yakasına iliştirmenin masum sevincini taşıdı üzerinde. Taklacı güvercinin coşkusu yerindeydi. Mutsuz olmak için bir neden de yoktu. Ölüm mü, ne zaman uğrarsa kapısı açıktı. Sonunda aşağıya indi. Kayıklı motorunu bağırttı. Motor ateş almadı. Yağ ve mazot akıtmıştı. Tekrar tekrar denedi. İyice gürültü çıkardı. Komşular pencerelerden sarktılar ve sonra geri çekildiler. Ortalığa beyaz bir duman bulutu saçıldı. Geniz yakan kokunun eşliğinde Deli Efe motoruna sonunda atladı. Yola koyuldu. Akşamüstünün kış bitiminde bile hava çabuk kararacak gibi oldu. Evlerin bacalarından sanki kömür dumanı salıverildi. İyice duman altı olmuş, basık kumlu bir hava, etrafı tuğla fabrikalarıyla çevrili kasaba... Tam gece işçilerinin servis saati… Mazot ve yanık yağ kokusu yan yollardan ana yola yayıldı. Bu kokunun anlamı en ucuzundan yanık yağ demekti. Üç beş lira kâr etmenin yoluna minibüsü de harcayan bir yöntem! Deli Efe ovaya vardığında içini kaplayan şey, dumanların ardından taze ot kokusuna varmanın hafifliği oldu. Taze bir hava almanın ferahlığı iyi geldi. Seyrelen çatılar daha az duman ve daha az yanık yağ kokusu demekti. İşte mutluluk böyle bir şeydi. Kimsenin farkında olmadığı şey birkaç kilometre farkla aldığı nefesin değişmesiydi. Bir tek o, bunun farkındaymış gibi duyumsuyordu. Kendisi Deli Efe’yle konuşmaya başlamıştı bile. Motorun kuvvetli gürültüsü kendi sesini Deli Efe’ye yabancılaştırıyordu. Onun için bu bile haz duygusuydu. Sanki başka biri konuşuyor gibiydi. “Şimdi hayvancıklarım açtır. Taze otlar bittiyse şimdi biçer önlerine koyarım. Kazlar yumurta verdiyse bak gayri keyfime…” Kış havası gökyüzüne ve Deli Efe’ye oyun etmeye başladı. Yer yer laciverte dönen bir gökyüzü. Kara bulutların arasından güneş ışınları turkuaz cılıza dönüyordu. Rüzgâr sertleşecek gibi yapıyor, sonra ovayı aniden ılıklığa bırakıyordu. İklim büyük bir çelişkinin ürünü gibiydi. Tüm bu ışık oyunları Deli Efe’nin saydam gözünden yansıyordu.

Yerli yersiz o kadar çok şeyden coşku ve haz duyardı ki, deli demeleri boşuna değildi. Kamburdu ve bir gözünü kaybetmişti. Böbreğinin teki mikroptan kurumuştu. Gittiği her yerde ezildi. Eşi çok güzeldi ama, kayınvalidesi canından bezdirmişti. Ortanca oğlu hayırsız çıkmıştı. Hırsızdı. Evi yakmıştı. O her şeyde haz alacak bir yanı nasıl buluyordu? Yanan evi seyrederken kıkırdayan adama tabii ki deli derlerdi.

Kazların önüne yem attı. Keçiye ot verdi. Dışı paslı bakraca süt sağdı. Keçi en çok kayıp gözüne yakın olan şakağını yalardı. Deli Efe “Geçti acımıyor artık.” derdi. Ve tüm bunları yaparken de kıkırdardı. O tüylü canlar, kendisine şefkat gösterdikçe mutluluk ve ürperti duyuyordu. Sonunda yoruldu. Artık eskisi gibi değildi. Kendini toprağa attı. İlk kez kış gününün ilkbahar tınılarını topraktan işitti.

Kahve ve kızıl toprak ilk şubat cemresine bağrını vermişti. Sıradan insanlar için bu toprak sadece karadır. Deli Efe’nin ellerinde, gönlünde ılık bir duygu, ölümün kıyısından geçtiğini her an anımsatan bir yakınsak hâl demekti. Toprak, içinde uyanan canlılığa gebe olduğunu duyuruyordu. Yüzükoyun toprağa boylu boyunca uzanan Deli Efe toprağın kendisine fısıldadıklarını duyabiliyordu. Gökyüzü biraz da kızıla dönmeye başladı. Saydam bilye göz, kuyusunda kızıl harın başka tonlarına çaldı. Bir ara uykuya daldı. Düşünde Kore’deydi ve orada edindiği arkadaşı Malatyalı Halil yine tutuşuyordu. Yağmurlar, o sicim ipliksi ıslaklık göz kuyusuna doluyordu. Ellerini o sicimli yağmurlarda yıkıyordu. Uzun çizgi gibi yağan yağmur tenine ıslak bir kesik atıp geçiyordu. Patlama anını tekrar duydu. Gözünde kocaman anlık bir parlama, sonra derin karanlık… Kendi göz kuyusundan tekrar kuyulara düştü. Yine üç gün sonra ölmek üzereyken buldular. Ancak ilk kez üşüdüğünü fark etti. Bir şey onu uyandırdı. Ne olduğunu anlayamadı. Etrafına bakındı. Toparlanıp kayıklıya bindi. Yolun ilerisinde bir ışıltı fark etti. Yaklaştıkça bunun bir yangın olduğunu anladı. İşçi servis minibüslerinden biri infilak etmiş, insanlar cayır cayır yanıyordu. Deli Efe kendisini uyandıran şeyin bu olduğunu hissetti. Kimi işçiler giysileri tutuşmuş kendilerini yollara atmış bağrışıyorlardı. Bu manzarayı seyre dalan araçlar tehlike arz ediyordu. Jandarma, ambulans ortalık ana baba günü oluvermişti. Jandarma jopla ortalığı dağıtmaya çalışıyordu, Yanmış et kokusu, yanık yağ kokusu ova yoluna düşsel bir katman koyuyordu. Deli Efe gördüklerinden dehşete düştü. Daha iki yıl önce ortanca oğlu da evi yakmıştı. Deli Efe torunlarının içeride olduğunu zannedip kendini ateşlere atmıştı. Polis yaka paça döverek dışarı çıkarmıştı kendisini. Torunları yanına koşunca Deli Efe mutluluktan ne yapacağını şaşırmıştı. Mahalleli yanına koştuğunda Deli Efe yine kıkırdayarak gülüyordu. Neden mi? Çünkü o kendisine dokunan biri olduğunda hep mutlulukla karışık bir ürperti yaşardı. Ömrünce itilip kakılmış bir adam, sadece tüylü canlarının dilleri ve torunlarının küçük parmakları kendisine dokunduğunda bu ürpertili mutluluğa kavuşmuş oluyordu.Yıllarca eşiyle ayrı yatıyordu; evlatları, kardeşleri, sokağındaki komşu, velhasıl hiç kimse uzun zamandır onun omzuna bile dokunmamıştı.

Yanan minibüs iki yıl öncesinin dokunuşlarını, dehşetini yeniden hatırlattı ona. Kore’de kayıp gözünün son ve güçlü parlayışını… Önceki yangın esnasında oğlunu baygın çıkarmışlardı. Torunlarının küçük parmakları onun boynundaydı. Evi çabuk söndürmüşlerdi. Kimseye bir şey olmamıştı. Sadece Deli Efe ağlamak ile gülmek arasında isterik kıkırdıyordu. Şimdi minibüs yanıyor ve Deli Efe yine kıkırdıyordu. Neyse ki bu korkunç düş katmanlı olayda kimse onun farkına varmadı. O boynunda küçük parmakların hayali ile kıkırdarken saydam gözünde yangın yerinin turuncu, elası, ecel ve korku halleri parlıyordu. Saydam gözünde Kore ve oğlunun kendinden sürekli uzaklaşması… Deli Efe’yi böyle gören olsaydı onun şeytansı biri olduğunu düşünürdü. Bir gözü başka, diğeri başkaydı. Biri renklerle dalgalanan, değişen hareketli bir yansıma. Kabuğunda şeytansı şeyler, içinde evlat özlemi, pişmanlıklar, ecele diyemedikleri… Üç gün kuyuda kalan, herkesin ötekileştirdiği, yaşamda da kuyuya ittiği Deli Efe şaşkın biraz da… Bir an motorun üzerinde refleks olarak hareketlendi. Keçinin sütü döküldü. Jandarma onu ancak o zaman fark etti.

Jandarmalar yaklaşıyordu. Biri Halil, biri İhsan, uzaktan gelen de oğlu mu? Kayıklı motoru ittiriyorlar. Deli Efeyi itip kakıyorlar. Taze karanfil ezildi ayaklar altında, son kez kokusunu saldı. Gözü mü düştü? Ama karanlık. Kuyu mu? Dehliz mi, şarampol mü? Renkler… kızıl, sonra yine kızıl… Ama daha diyemedikleri… Bu acı sıcak ne ? Ecel mi? Ecel!..


dizin    üst    geri    ileri    


 



 25 

 SÜJE  /  otuz altıncı sayı