ÖYKÜ

İlknur Kubaşık  





 

Hazan Çocuğu


Orta halli bir ailenin İstanbul’un Beyoğlu İlçesi’nin Kılıçali Paşa Mahallesi sınırları içinde kalan Boğaz’a kıyısı olan bir semtinde oturan anne ve babanın, Taksim İlkyardım Hastanesinde dünyaya gelen ilk erkek çocuğu.

Beş katlı bir apartmanın en üst katında, terastan boğazı gören, odasında 2 tane somya ile mutlu mesut olmasa da bir çocukluk dönemi geçirmiş, akşamları deniz üzerinde seyreden şehir hatları vapurlarını ve şilepleri izlemeyi seven bir çocuk;

Yüreğindeki çığlıklıları geceye üfledi adı sanı olmayan hazan çocuğu.Bir an duraksadı ve gözlerinin nemini elleriyle kurulayarak,“bazen kederli saçlarına dokunur, çaresizce, hüzün dağıtmaya başlardı, bazen çıplak biraz da yayan, çaresizliğin gurbet çığlığıydı, çocukluğumdu içinde çok beklemiş bir acıyla, anam da bir şey söylemiyor, geçecek ya nasıl olsa. ” dedi…

Geceye dair, uzayıp giden bir özleme dönüşen bu sözler denk düşmüştü. Gözleri biraz yorgundu. Eve uzak bir muhitteki işini halletmişti geri dönerken. Bir okulun hemen yanı başından geçen caddedeki ışıklarına takılı kalmıştı. Soluğu rüzgardan derlenen insanlar, hazan rengi ile oradan oraya koşuşturuyor; yüzde çiçekleri serilmiş, sevgileri içinde tutuşmuş, bir şeyler anlatıyorlardı hararetli, hararetli.

Bir kadın ve çocuğunu gördü, yaşamın ya da insanların onlara aldırdığı yoktu. Hiç kimselerdi. Zira tanıyordu bir hiç kimseyi.

Çocuğunun elinden tutmuş, bembeyaz eşarbı yanaklarının alını daha da çıkarmış, üstüne vuran gece lambalarının ışığıyla, yalnızlık halinde çürümeye terk edilmiş bir halde kulakları sağır, gözleri kör, kalpsiz bir insan gibi umarsızca, çeküllerin taşıyamadığı yüreklerin arasından geçiyorlardı karşıdan karşıya. Ürkek ve yorgundular. Kendilerine sorma ihtiyacı hissetti ve “kursağımda kalıyor tadı, kulakların işitmez mi cehennemi?” diye sordu…

Anne, baktığında sanki tam üstüne göre dokunmuş ateşten gömleğiyle, şarkılarla anarak geçmişi, anısına dil uzattı, “ne başka bir şehir ne başka bir sevişme, bir küfür geldi ki ağza,gündüzün en kör vaktinde, gözlerimin çatlağı sürekli su sızdırıyordu, belki haddinden fazla taşkınlıkları ve kevser içer gibi birini peydahlamıştım.Yıkıldıkça her gün karşımda duran. ” diye cevap verdi…

Ve bu yüzden severdi şarkıları hazan çocuğu, yeşil, kırmızı, iskele alabanda ışıkları ipe dizilmiş inci gibi yanan sarı lambaları ile tebessüm eden, ucuz şaraplara ekmek batırıldığı kadim tırak kenti her gün yaşıyor, ölmekten korktuğu için, hasret de olunca işin içinde, kırdıkları yerden düşüyorlardı.


İnsan olmak güç ve bir evsizi barındırmak zordu…



dizin    üst    geri    ileri  

 



 30 

 SÜJE  /  İlknur Kubaşık  /  yirmi beş eylül iki bin on sekiz   / 30