"Anarşik bir üretim eylemi içindeki burjuva toplumu, ancak felâket kapıyı
çaldı mı, kendi devinim yasalarının bilincine varıyor. Marx'ın dediği
gibi, başının üzerindeki tavanın çatırdayıp çökmesinden sonra bir yer
çekimi yasasının varlığını öğreniyor. Ancak, felâket, tek başına hiç de
iyi bir öğretmen değildir; öğrencileri, açlık ve susuzluğun içyüzünü
öğrense de, gerçek açlığı'nı ve bilgi susuzluğu'nu
seyrek tadar. Çektiği hastalık, hastalığı iyileştirmesini öğretmez
hastaya; bir şeye uzaktan ya da yakından bakmak, kimseyi o şeyin ustası
yapıp çıkarmaz. Gerçek'i yansıtma gücünü kendinde gören bir sanat,
yansıttığı gerçeğin akışına haz verici nitelik kazandırabilmelidir. Peki
böyle bir sanata nasıl ulaşabiliriz? Yıkıntının kötü yanı, binaların
elden gitmesidir. Ancak, binaların yerleri ve yapı planları anlaşılan hiç
kaybolmuyor. Bu yüzden, eski batakhaneler ve mikrop yuvaları yeniden
diriltilip çıkarılmakta ortaya. Günümüzün hasta yaşamı, alabildiğine
sağlam bir yaşam kılığında kendini açığa vuruyor: Yere en güçlü basanlar,
ayak tabanlarındaki duyma özelliğini yitirmiş omurilik hastalarından
başkaları değildir. Oysa, sanatın, en umutsuz atılımları bile tam bir
incelik ve hafiflik içinde gerçekleştirmesi gerekiyor."
Alıntı yazı kaynağı : Epik Tiyatro / Bertolt Brecht /
Çeviri : Kâmuran Şipal / Say Yayınları, 1981