Ellerim bu bardağı kıracak kadar büyük. Elleri beni öldüremeyecek kadar
küçük. Gözlerim onu ikna edemeyecek kadar yorgun. Gözleri beni öldürürken
ben bardağı tuttum. Nasırlı ellerimle soğuk bardağı kavradım. Çatlama
olasılığına aldırış etmeden demli çayı içine boca ettim. Bardak yer
çekimine ve çirkin suratıma inat bana yaklaştı. Buharı kirpiklerime
yapıştı, göğe karıştı. Kafama diktim. Ağzımdaki yaraların ve soluk
borumun yanışı canımı acıtsa da içimi ısıtmamıştı. Bardağı ahşap masaya
koyarken kamburumu düzeltmeden kaşlarımı çattım. Sesim toz, sesim buz.
“Dünya soğuktur.” dedim. “Tüm pencerelerini kapatsak dünyanın, bir olsak
el ele, sen elimden tutsan, yaksam kendimi, herkesi, yine de ısınmaz bu
dünya.” O üşümüyordu. Karşımda öylece susmuş, bakışlarını benden
indirmişti. Başka gezegenin yıldızlarıydık, anlamıştım. Bu onu son
görüşümdü, anlamıştım. Büyük bir hızla açtığım kapının emsallerine inat
ardımdan yavaşça kapanışını beklerken, gri eşikte çatıdan yükselen karga
vaveylalarının kulağımda yarattığı etki Ave Maria ile eşdeğerdi. Bu yüce
seremoniye karşı koymadan çarpık hayatıma devam adımı attım. Dedim “belki
de sadece devam etme yeriydi dünya.”