Bilmeyecek, dedim.
Neden, diye sordu. Nedeni mi var, der gibi baktım. Onun bakışı da uzatma,
diyecek gibiydi. Uzatmadım.
Dün de bilmiyordu, dedim.
Anladım, dedi ya anlamamıştı dün de anlamadığı gibi. Her şey dün’ü
yineliyordu. Dayanılacak gibi değildi aynılık. Dayandık yine de…
II.
Söz ve Varlık…
Bir keresinde sana " söz'den başka neyimiz var" diye sormuştum,
hatırlıyor musun, diye sordu.
Hatırlamıyordum.
Soru değildi aslında, sen de bunu biliyor olmalıydın ki cevapsız
kalmıştın, diye sürdürdü.
Bunu da hatırlamıyordum.
Sözden başka neyimiz var, tespiti şansın ve bir büyük şanssızlığın altını
çizmek ukalalığından başka bir şey değilmiş, dedi. Artık biliyorum.
Bunu hatırlıyorum işte, diye araya girdim o sıra. O da yokmuş.
Hayal kırıklığı korosu o sıra dahil oldu sohbete: Söz de…
Nakarat can sıkıcı, dedim koronun sesi giderek yükselirken. Başını
sallayarak onayladı. Koro susmak bilmiyordu…
III.
Çıt…
Kırılan her şey bir ses verir dünyaya, dedi.
Bunun sırası değil şimdi, diye düşündüğümü belli eder gibi baktıysam da
etkisi olmadı. Diyeceğini diyecekti. Bekledim.
Peki, bir kalp kırılırken ses çıkarır mı hiç düşündün mü, diye devam
etti. Ya da kim duyar o sesi?
Sorunun yöneldiği şey olduğumu biliyordum. O da soru ve cevabı gereksiz
bulduğumu biliyordu. Bunca bilinirlik arasında konuşmak yerine, elimdeki
kurumuş dal parçasını küçük parçalar halinde kırışımı gülümseyerek
izliyordu.
Sessizlik, sesi olduğundan daha duyulur kılıyordu. Sadece dinledik:
Çıt…Çıt… Çıt…