Gözler Yettiğinde
öyle bir yabancı deniz ki, öyle bir Deniz...
öyle bir kıyamet su ki, öyle bir Su...
önce çocuklar tek tek...
bu bizim Deniz
çırpınan filika karşısında öyle bir sessiz
şu bizim Fener
adanın parlaklığı karşısında öyle bir boynu eğik
fiyakalı ışığa doğru filika yüzdürürken ölüler
fenerin ürkek ışığında bir tek yakamozlar ürperir
ah o bizim “hassas” yakamozlar bir zahmet gözlerinden ürperir
ve bir zahmet, bir zahmet kımıltısız, denize bakar, bir kedi
soluğunda mızmız bir inilti:
"biz hiç bir şeydik ‘tanrı’ bizden kötürümdü çünkü"…
ah işte o bizim masa
etrafı çok bilirlerden sıralı gizemli boşluk…
kıymık acısında
dayanıksız,
düştü düşecek çoğu sandalye...
Ve o bizim uzağımız kalabalıklar,
Midilli'den Kos'tan Cunda'dan
anakaranın vagonlarına doluşarak balık istifi
Budapeşte'nin otobanlarını teperek günlerce
dayandılar Viyana sınırlarına
kül edici
çelmeci
aç gözlü
"uygarlar" için çalışacaklarını bilerek bundan öte
ekmek ve su düşündüler,
ölümü olmayan bir evde
"biz her şeydik" gözler yettiğinde,
öyleyse neden bakıyorduk haybeye,
düştü düşecek sandalyeden
kendilik kaygısındaki filozof kedi gibi
belli ki çocuklar tek tek büyütülmüştülerdi kumdan kale kurmaya
ve denizden yıldız çıkarıp gökyüzüne çakmaya...
5 Eylül 2015 – Kırık bir kıyı