Darwin’in biyolojik evrim tezlerini bir yana bırakın, bence çok daha
önemlisi, insanın düşünsel evrimidir; dolayısıyla bu evrimin hangi
halkasında bulunduğu, insanın toplumsal görüntüsünü çok net biçimde
yansıtan veriler sunar önümüze.
Hiç düşündünüz mü? Bir hayal olarak da olsa toplumsal bilincinizi
sorgulamak için şöyle bir soruyla karşılaşsanız, yanıtınız ne olurdu?
‘’Bütün dünya sizin olsaydı ne yapardınız?’’
Çok değil, temelde yalnızca iki yanıtı vardır bu sorunun. Birincisi, ‘’Bu
gezegende herkesin payı vardır, bu nedenle herkese eşit paylaştırırdım!’
ya da ‘’Dünyadaki her şey bana sunulsa, hiç düşünmeden sahiplenir,
egemenlik kurardım; ben yönetirdim paylaşımı ve bundan kaynaklanan
ilişkileri!’ Bu ikisi dışındaki bütün seçeneklerse zorlama olabilirdi
ancak…
İnsan, doğası gereği bencildir aslında. Toplumsal bilinç kazandıkça
bencilliği azalır, kişisellik, yerini toplumsallığa bırakır; giderek,
yağmacı kültürün yerini paylaşım kültürü alır. ‘’İnsanlaşma
halkasındaki’’ yerini belirleyen biricik ölçü de budur gerçekte.
Birinci Dünya Savaşı olarak tarihe yazdırılan kitlesel kıyımın temel
nedeni, Sanayi Devrimi’ni tamamlayarak sömürgeciliğe soyunan ülkelerin
pazar çekişmesiydi; çok geçmeden de İkinci Dünya Savaşı’nı tetikleyerek
milyonlarca insanın katledilmesiyle sonuçlandı.
Haber bültenlerini bir tek gün izleyenler bile anlayacaklardır; yağmacı
kültür, ırkları ve dinleri kullanarak insanı şaşırtan mizansenlerle çıkar
karşımıza.
Kişisel ilişkilerden toplumsal ilişkiler boyutuna kadar bütün ilişkiler,
adalet duygusundan yoksundur. Çünkü, yağmacı kültür, insanın evrimleşerek
asıl bulunması gereken halkaya ulaşmasını önleyen sayısız bubi tuzakları
döşemiştir bireylerin önüne.
Sayfalar dolusu yazmaya gerek yoktur. Eleştirel gözle bakabilen,
baktığını görüp yorumlayabilen her akıl sahibi çok çarpıcı bir gerçeği
algılayabilir. Aslolan, paylaşım kültürüyle insanlaşabilmektir. Her
birey, önce içindeki ‘’kompradoru’’ öldürmelidir.
Bunun dışındaki her söz, çelik duvarlara fırlatılan bir yumurta gibidir
ancak!