|
|
|
BULUTLARDA
ÇOCUK OLSAM
Oturduğu yerden kalktı, pencerenin önünde durdu. Yıllardır bu pencereden
yaşadığı şehri seyreder, yakın çevresindeki ağaçlara konan kuşları ve
gelen geçeni izlerdi. Etrafını saran evren, canlı cansız tüm varlıklar ne
içindi? O insanlar kimdi? Onu ne kadar tanıyorlar veya o onları ne kadar
biliyordu? Hiç! Onlar penceresinin dışındaki öyküler bütünüydüler. Her
biri bazen birbirinden neşeli bazen birbirinden kırılgandı. Günler,
aylar, yıllarca izlemişti her birini. En çok da ötüşlerinde hep mutluluk
duyduğu kuşları. Düşündü; aslında penceresinin içindeki öyküler de dışardakinden farklı değil, hatta onun için can bildiği ruhunu
derinliklerine kadar parçalayıp atmışlardı. O parçalanmaları yine
penceresinin önünde, doğanın müzisyenleri olan kuşları dinleyerek toparlamaya
çalışmıştı.
Penceresinin dışındaki gökyüzü bahar mevsiminin beyaz bulutlarını
taşıyordu. Çocukluğunda yere uzanıp seyrettiği pamuk yığını bulutlardı
onlar. Tüm çocuklar gibi o bulutların üzerine çıkıp yerküreden gördüğü
yumuşacık pamuk bulutlarda yuvarlanmak, hoplayıp zıplamak en büyük
isteğiydi. Birden yüreğinin, pencerenin gerisindeki tüm öykülerini
unutacak neşeyle dolduğunu hissetti. İçindeki çocuğu mutlu etmeliydi.
Üzerini giyindi, evinin yakınındaki parkta o bulutları seyretmeye karar
verdi. Bir çocuk neşesiyle evinin olduğu yokuşu tırmanırken kendisine
“İçimdeki kuşlar cıvıl cıvıl” dedi. Yolu geçti, parka girdi. Çok sevdiği
kuşlar, ağaçların bir dalından diğerine uçarak sanki ona“hoş geldin”
diyorlardı. Yaşlılık belirtisi olan renk değişimine uğramış, beneklenmiş
derisi ve damarları çıkmış elini kaldırarak içindeki çocuğun neşesiyle
“hoş buldum” dedi. Yaşam her şeye rağmen çok güzeldi. Az ötede on beş
yirmi kadar serçe yere dökülen yemi gagalıyor gibi oldukları yerde bir
ileri bir geri sıçrayarak ötüşüyorlardı. Onların önünde kuşların belalısı
saksağan duruyordu. Önce anlamadı. Yanlarına biraz daha yaklaştığında
saksağanın ağzındaki minik serçeyi gördü. Saksağan başı ile gagasında
tuttuğu serçeciği yerden yere vuruyordu. Yaşlı bacaklarına kuvvet
gelmesini umarak onlara doğru hamle yaptı. Saksağan ve serçeler
kaçmadılar. O yirmi kadar serçe çığlık çığlığa, adeta yalvarırcasına
saksağana sesleniyorlardı. İçindeki neşe bir anda bulutlara doğru
uçuverdi. Yıllar önce çocuklarının önünde dayak yiyen kadın ve
çocuklarının çığlıkları hafızasında yer değiştirdi. Çocuklar korkmuş, hem
ağlıyor hem annelerini bırakması için babaları olan adama
yalvarıyorlardı. Çocukların gözlerinden dökülen yaşa adam aldırmıyor,
kadını hınçla tekmeleyip küfrediyordu.Tıpkı saksağanın diğer serçelere
aldırmadığı gibi amacına kilitlenmiş kadını hırpalıyordu. Gözlerinden
ılık yaşların yanaklarına doğru süzüldüğünü hissetti.
“Ey hayat biraz merhamet!” diye bağırdı ve o minicik canlıya yardım etmek
istedi. Yıllar önceki kadını kurtarmak istercesine saksağana doğru hamle
yaptı. Gagasının ucundaki minik canın çoktan uzaklaşmış olduğunu fark
etti. O minik serçeye ağladı gözleri, gözyaşlarıyla yıkadı o küçücük
masumiyeti. Saksağan cansız
serçeyle havalanırken diğer serçecikler de hala bir umut olduğunu
düşünerek saksağanın arkasından çığlıklarla havalandı. Arkalarından
öylece bakıp kaldı yaşlı gözlerle. Tıpkı yaşamda çaresiz kalınan anlar gibiydi.
En yakındaki banka çöktü. Ağladı, ağladı… Annelerine ağlayan çocuklar
için ağladı, anne için ağladı. Onun minik serçeleri de yıllar sonra uçup
gitmişlerdi. Yalnızlığına ağladı. Bir anda ve bir yerde son bulan hayata
rağmen başka bir anda ve başka bir yerde diğer hayatlar devam
ediyordu. Arkasındaki ağacın dallarında serçeler cıvıldaşıyorlardı.
Doğanın müzisyenleri acı ve hüzün dolu bestelerine mutluluk katmadan
edemiyorlardı.Tüm yaşananlara içindeki çocuk da ağlıyordu. Onu okşayarak,
sevgi ile kuş cıvıltıları arasında bulutların üzerine yerleştirirken,
kulağına fısıldadı; “Gerçekle birlikte olmak gerekir”.
|
50
|