|
|
|
ORMAN YANGINI
Ahı gitmiş vahı kalmıştı... Acınacak durumdaydı; köyün orta yerinde ölü
gibi yatıyordu. İlk gördüğümde çok şaşırmış, muhtara sormuştum, "bu ne
diye?"..
"Cezalı, yediemin olarak bana teslim" demişti.
Sonra ders bitimlerinde, köyün o taraflarına yaptığım her gezintide
karşılaştım onunla. Çocuklar üstüne çıkıyor, iniyor, çevresinde saklambaç
oynuyordu.
*
Köyün birkaç kilometre yukarısındaki tepeler çam ormanlarıyla kaplıydı.
Köy eskiden, ormanların tam kıyısındaymış. Ancak, keçilere yedirilen genç
fidanlar, tarla açılması, kışlık odun ve satmak için yapılan kaçak
kesimlerden dolayı köyün civarında orman kalmamıştı.
Muhtarın, "...cezalı, yediemin olarak bana teslim" dediği şey de, kaçak
sırasında yakalanmış bir kamyondu. Yasa uyarınca, kaçak sırasında
yakalanan tomruklar, orman depolarına nakledilmiş ama tomrukların
yüklendiği kamyon köyde kalmış, çürümeye terk edilmişti.
*
Ülkenin en geniş orman varlığının eteklerinde bir köydü. Orman
müdürlüğünün araçları, özellikle yaz aylarında, köyün yanından geçip
yukarılara ormana gidip gelirlerdi. İşletme şefi olan mühendisle, köy
muhtarlığında misafir edildiği bir gün tanıştırılmıştım. Zekice espriler
yapan, ama itiraf etmeliyim ki, hiç beklemediğim biçimde köylülerin
zekice esprileriyle yanıtlanan yirmi beş yaşlarındaki mühendisi daha
sonra, orman yangını sırasında görecektim.
Köyün geçim kaynakları arasında hayvancılık dışında, patates üretilmesi
de vardı. Toprağın altındaki patateslerin, patateslere zarar vermeden
çıkarılışını seyretmenin mutluluk verici bir şey olduğunu söylemek
isterim. Köylüler dere kenarındaki, küçük tarlalarında yetiştirdikleri
patateslerin bir kısmını tüketiyor, geri kalanını da satıyorlardı.
Satılan patatesin miktarını da gözünüzde büyütmeyin; üç dört ailenin
sattığı patates, bir kamyonu bile doldurmuyordu.
*
Tüm ülkede sıkıyönetim var, o yıllarda... Sıkıyönetim zamanında temel hak
ve özgürlüklerin kısıtlanması dışında, lüzumu halinde, yalnız kamu
araçları değil, özel şirket ve kişilere ait araçlar da kamu hizmetleri
için kullanılabiliyordu. Özel kişilere ait araçların kullanılabileceği
"lüzumlu hallerden" biri, orman yangınıydı.
*
Henüz kış değil ama havaların alabildiğine soğuk olduğu bir gün. Dersler
bitmiş, köy içinde dolaşıyorum. Dördüncü sınıftan Hasan, "öğretmenim
orman yangını çıktı" deyince, muhtarın evine doğru yürümüştüm. Muhtarın
evine doğru yürürken, orman yolunun kenarındaki İsmail'in evinin kapısına
yanaşmış kamyonu görüyorum.
Muhtar da yangından haberdar olmuş, köyün imamına camiden anons
yaptırarak, mükellefiyetlerini duyurmasını istemişti. İmam camiye doğru
giderken, ne yapılması gerektiğini sordum. Muhtar gayet sakin bir
şekilde; köyde, beş, altı kişi dışında genç olmadığını, mükellefiyeti
olanlar gelince yangın bölgesine gidileceğini söyledi. Ancak, yangın
bölgesine gidecek aracımız yoktu.
Muhtarla birlikte patates yüklemek için köye gelen kamyonun yanındayız.
Kamyoncu otuz beş, kırk yaşlarında, saçlarına tek tük kırlar düşmüş, orta
boylu, yüzünden yorgunluğu belli biri. Kamyoncuya orman yangınını
söndürmek için köylüleri yangın bölgesine götürmesi gerektiğini
söylüyorum... Kamyoncu bir an önce karanlığa kalmadan patatesleri yükleyip
yola çıkmanın derdinde, isteğimize karşı çıkıyor, "Hocam beni bağışlayın,
yükümü alıp gideyim" diyor. Kendisine sıkıyönetim kanunu uyarınca bizi
yangın bölgesine götürmek zorunda olduğunu söylüyor, bunu yapmaması
halinde muhtarla birlikte tutanak tutacağımızı ve kendisini şikayet
edeceğimizi söylüyorum. Korkuyor sözlerimden, çaresiz boyun eğiyor...
Genci yaşlısı otuz kadar köylüyle birlikte kamyona biniyoruz. Sürücünün
yanında Muhtarla ben oturuyorum. Köylüler ellerinde kazma küreklerle,
henüz on on beş çuval patates yüklenmiş kamyona biniyorlar. Hava kararmak
üzere, kamyonumuz orman yolunda ilerliyor. Bol virajlı, dar bir yol.
Yokuş yukarı beş altı kilometre gidiyoruz. Yokuş yukarı olduğu için
kamyonun gidebileceği yere, yangın bölgesine en yakın yere kadar bizi
götürmesi için diretiyoruz. Kamyoncu, daralan, virajlı yoldan yokuş
yukarı gitmekten rahatsız. Artık devam etmeyip bizim geri kalan yolu yaya
gitmemizi istiyor. Gerçekten de yol artık kamyonun gitmesini güçleştirmiş
durumda...Kamyondan inip, kamyoncuyu köye gönderiyor, yürümeye
başlıyoruz.
*
Yarım saat kadar yürüyerek yangın bölgesine ulaşıyoruz. Yaprakları yeşil
bir dal parçasıyla yangını söndürmek için yanan çalılara vurmaya
başlıyorum. Örtü yangını dedi köylüler, yerdeki çalılar, kuruyup yere
düşmüş dallar, otlar yanıyor. Öğrencilerimden iki kardeşin babası Hüseyin
abiye gözüm takılınca duruyorum. Hüseyin abi sakin sakin elindeki
kazmayla yangının dışında yerleri kazıyor. "Hocam! kendinizi öyle çok
yorarsınız, çok da faydası olmaz, oralar yanar, böyle yangınlarda,
yangının yayılmaması için uğraşmak daha doğrudur..." diyor. Artık hava
kararmış durumda...Yangın bölgesinde iki saatten fazla kalıyorum. O kadar
çok dallarla yanan çalılara vurmaya çalışmıştım ki...Bizim yangın
bölgesine ulaşmamızdan yarım saat sonra Orman Müdürlüğü ekipleri de
yangını söndürmek için gelmişti. Hep birlikte yangının kontrol altına
alınması başarılınca, Muhtar Hakkı Dayı ve beni mühendisin aracıyla köye
bıraktıklarında yorgunluktan adım atacak halim kalmamıştı. O yangında
yeni aldığım ayakkabının tekini de kaybetmiş, tüm aramama karşın
bulamamıştım. Kaldığım odaya tek ayakkabı dönmüştüm. İki yıl sonra
öğretmenlikten istifa ederek köyden ayrıldığımda yediemin olarak muhtara
teslim edilen kamyonda çocuklar oynamaya devam ediyordu. Kamyon biraz
daha eskimiş, rengi solmuş, kırılmayan yeri kalmamıştı ama yine de
çocukların oynaması için fazlasıyla önemli bir oyuncaktı... Sonraki
yıllarda kamyon şoförüne haksızlık yapıp yapmadığımı çok düşündüm. Belki,
kamyoncu patatesleri yükleyip yola çıkmakta gecikmişti ama köylülerin
yangın bölgesine daha az yorularak ve hızlıca gitmesini sağlamış olduğum
için kendimi affetmiştim.
|
43
|