ORTADAKİ DOĞULAR

şiir

ömer gençer


 
 
yayına giriş tarihi  01 05 2008

 
 

 
 
 
mum alevinin yanında duruyor diri ve açık
doğunun ortasından küstah bir esintiyle dalgalanıyordu mum
üzerine titrenen bir yaşamı olmuştu kimi zaman
ve herkesin kendini değerli saydığı saatleri olmuştu

şimdi boyunlarında asılı ilmikleriyle kımıldamadan öylece yatarken
armağan edilmiş yoksulluklarının akışında varsıllığı düşleyerek
ve bir kırlangıç sürüsü göç etmeye yakın
akarsuyu sürükleyerek denize ulaştırmaya çalışıyordu
kır çiçeklerinin şaşkın gözleri önünde
canilerini kendine çekiyordu korunmasız hali
paylaşılamayacak bu kez keder,
ölecek birazdan doğa, ölecek umutlar,
ölmüş umutların üzerinde yeşeremeyecek ki sevinç

bir yoksunun eline tutuşturulmuş
yetim basımevlerince basılıp yayınlanmış yayınlar
artık oturuyor yazı şımarık bir iskemlede
kimi zaman soytarısı,
kimi zaman sokak kargaşasının esintisiyle çevrilmiş yaprakları
artık amaçlı kullanılıyor saygın yapıtlar ve üreticileri
ve tarihle birlikte başlayan devimli felsefesinden sızıyor kan
yanık kül kokuları çerçevesini çizerken sınırının
çocuğu terk etmiş analardan arınıyor
varsıl, direngen, sindirilmiş doğu
kuzeyi kış soğuğu, güneyi cehennem sıcağı,
batısı küfür, doğusu doğan güneş

coğrafyasında türemiş bilimi, felsefeyi, sanatı
ve tek tanrıyı satmadan paylaşmış bir toplumun
şimdilerde alınyazısını konu edinmiş şarkılarında salınıyor yoksulluğu
yitirecek bir şeyi kalmamış insanların çokluğunda
şimdi bekliyor analar çocuklarının kırılacak saatlerini
kocalarının kanlı dizlerinde geziniyor mezarlık böcekleri
ve korkuyorlar yitecek diye değerleri
ve koruyorlar yitirecek değerleri kalmamışlardan

örtülü bir duruş dururdu onda her şeyi hoş gören
bir mitin doğurduğu yaratıkları anlatırken duraksamadan
alevler saçan bir karabasanın onu sevişini gecelikli haliyle
karnında yüreğinden de bir parça koyduğu sevinçle birlikte yok olduğu o anı
nasıl olur da bu oyunu sürdürebilir bir bilinç
nasıl olur da alkış tutabilir

bir giysinin edinilmesinin varsıllık olabildiği kuzeydeydim o an
okunulmadan kazanılabilen bir mutluluk doğurabiliyordum yoksulluktan
ama her zaman çok ağardı yoksulluğun getirdiği yoksunluk
bu yoksunluğu taşıyabilen toplum gibiydim ben de
kimi zaman verebilir miyim diye düşünmüyor değildim yokumu
var olan bir tek bendim değersiz bedenimle bana değer verilen
ve o zamanlar değer veril(me)diğimi gören biricik benle toplum arasındaki ilişkiydi
n i c e l i k
ama her zaman tahıldan üretilmiş bir besin
ve o besinin etrafına doluşmuş bir yığın ben bulunuyordu soframda
bir köşeye çekilip kitapları açtığımda
içeriği dolu dolu ikna edici tümceler bulabiliyorum
tahıl yetişebiliyordu kuşlardan kalan
sürgündü bir ömür  tahıldan ürün ekmeğin peşinde

zor şimdi
varlığı sorgulayıp da yok olanı yazmaya koyulmak
yaşamın coşkusundan türetilmiş destanları dinliyor olmak
veya kurak bir köyde cılız bir akarsuyu seviyor olabilmek
okyanusun getirdiği esintiyi solumak
zavallı bir insana yüklenen katliamı
                 kendi coğrafyanda karşılayabiliyor olmak
ve çok zor öldürenin de ölenin de bir türden türüyor olması üstelik
demek ki adalet adil değil
                 silahsız bir insan öldürülebiliyorsa yeryüzünde,
sevdiklerinden ödün verebiliyorlarsa
benim anlamadığım bir yöntem mi var
benden habersiz bana uygulanan
adalet halkın ekmeği  değil miydi yoksa
şimdi adaletin kanla yazıldığı mıdır kanlar üstüne
demek ki
silahsız insanların silahlılara karşı savunabilecekleri bir yasaları yok
o zaman dedi
eşitlik ya herkes silahlı olacak ya herkes silahsız
peki dedi
işgalin ganimet gelirinden, üretimin paylaşımına geçilen düzende
ilkel yasalar geçerli mi
birileri geçerli kabul ederken birileri etmiyorsa
ve dedi bunca neden varken tarihin biriktirdiği
ve dedi katilleri ve oğulları halen düşüncesiz kalmışlarsa
ve dedi üzerinde anlaşılmış bir insani hak söz konusu değilken
ve dedi özkıyıma titizlenen adalet, başkasını öldürme hakkını bulurken kendinde
güç edinmiş kaba kuvvetin bir güçsüze vurabilme durumundaki zafiyet!
ki tüm yaşayanlarca ses çıkarılmadığı sürece sürmüş
kadavraların gözlerinde kalmış gözyaşıyla yıkanmış bir doğa

oysa ki tüm çıplaklığıyla aktarılan insanlara
aktarım biçimindeki kurgu öylesine incelmiş ve incelenmiş ki
bu kırımı katlanılabilir kıldığını düşünen!
bu durumu yaşamamış kişilere olumlu gösterilebilinen!
ve yöntemli olarak inanca yedirilmiş!
cinayetler düşülüyor günler geceler boyu kayıtlara
basın bültenleri sayılarla aktarıyor halka her saat başı
diyor ki
cinayet kötüdür en ağır şekilde cezalandırılır
savaşların özgürlük, halk egemenliği, insanca yaşam gerekçeleri vardır
ve yararlıdır halk için
ama savaşın ilk yok ettiği de bunlardır diyemeden bitiyor hep
yayıncılar o gece deniz yolculuklarında rahat uyurken
kanda yüzdürüyor çocuklar ayakkabılarını yerleşik yaşama geçtikleri alanlarda
savaş için ayrılan bütçeler
kanla ayakta durabilen kurumlar, yönetimler
katliamlarda ölenlerin sayıları açıklanıyor her gün
oran orantı kuruluyor
“özgürlük, halk egemenliği, insanca yaşam” savaşçılarından ölenlerle
bir kısmı direnip katledilen,
bir kısmı satın alınıp köleleştirilen,
bir kısmı alıklaştırılan halk arasında
ve
izleniyor dünya halklarınca
bir kısmının sessiz çaresizlikleriyle
hiçbir acı duygusu uyandırmayan sayılarla
gece yatmadan önce yatıştırıcı bitki çaylarının içine atılıyor iki adet şeker
karıştırılarak bir çırpıda içiliyor
DUYGUSUZLAŞMAYLA GELİŞEN DUYARSIZLAŞMA

önemsiz bir ayrıntı olarak
“özgürlük, halk egemenliği, insanca yaşam” savaşçılarına komuta edenlerin
kısa, orta ve uzun vadedeki kazancı açıklanmıyor
ölü başına ne kadar gelir elde ettikleri
o coğrafyanın sağladığı maddi ve
uzun vadeli maddiyata dönüştürülecek stratejik olanaklar ile çevresel etmenler
ve yönelimleri kontrol edebilmek için
insan hakları, çevre, tarih ve diğer destek kurumlara ayrılan pay

oysa doğanın canlıyla arasındaki uyumsuzluktur şiddet
yaşam alıştırmasıdır, algılamaktır, alışık olmaktır
dersler alsın ki yaşam bir sığınak olsun onun için ölümü beklerken.
şiddet,
gücün bilinç dışı kullanılma biçimidir ki
bu bilinçsizliktir yok edişi önceleştirirken var oluşun doğasına söven
ve bu sövgüye katlanan insanların ayrıksılığıdır saçmalık
bu saçmalık belirler acıyı ve zayıflığı
güçsüzlük gücü kullanmanın bilinmemesidir oysa
bilinebildiği anda bilinen odur ki:
yıkılmaz denilen surlar kendiliğinden yıkılır
ve öyle bir bilgidir ki güçsüzlük gücü içinde taşır
ŞİDDET, BİLİNÇLİ BİR GÜÇ OLAMAZ
OLDUYSA ORADA İNSANI TARTIŞMAK YERSİZDİR

bu serseri duruş, bu kızkıza eğlenmeler, bu bakış ertelenir
ne getirir birleşince bir dilden öykünen kalabalık
sürükler, götürür, bir kayaya çarpar yeryüzü parçasının satır aralarında

“BİR TEK AYNI DİLİ KONUŞAN BİLİNÇLİ US YENİDEN KURAR YAŞAMI”

ve öyleyse deyip bir türkü çalar damağına arıların işlediği çalışkanlıkla
bu türküdür güçlü ve güçsüz arasındaki aynılığın şiddete dönüşmemiş biçimi
buradayız, yağız bir güzelliği serpiştirircesine
buradayız, abartarak basbas bağırdığımız evrenin açılı sonsuzluğuna
buradayız, abrasını ödediğimiz yaşamın tutkulu kıyısında
doğunca güneş birazdan, vurunca sıcak tepemize
yavaş yavaş ayrışırız işte şimdi
birbirinden farklı akılsız kalabalığız
ayrıştırılırız işte şimdi birbirinden farklı ahlaksız yığınız
birbirimizi tüketmeye ve kurgu gereği oynayacağımız rollere hazır
topluluğun kıvrılıp akan devimiyle açlığını kanla bastıran aşağılığa ait
sürünerek yol alınan bir alanda varımızı armağan ettiğimiz
varoluştan bu yana sonucu hiç elde edilmemiş bir burgacın içerisinde
döne döne yiten,
yittikçe üreyen,
üredikçe sıkıntılara boğulmuş
başı koparılınca seğiren bir gövdede

ve kopan başları bir giysinin altına sığınıp sinsice sandığı duruşuyla
yargılayan yargıcın yargısındaki yargısızlığı yargılamayan yargı
öyle güvensiz öyle çirkin öyle kanlı ki
yargının katil olduğu bir yeryüzü olacaksa
yaşanacak bir alan kalmamıştır yeniden yaşamayı deneyen halk için
demek ki
yetmiyor sanat
              yetmiyor bilgi
                         yetmiyor bilim
                                   yetmiyor ölüm
bir direnci taşıyabilmesi için eksilen gövdesinde
doğaya karşı açlığını savunan bir halk için varedilen eziyete eklenen
silahlı savaşıma karşı kim nasıl savunacak varlığını
peki savunuyoruz diyenlerin doğurduğu terörle
varlıklı ve varolan terör arasında yaşayan halk
yerleşik düzene geçmenin kaygısı içinde oluştururken kumdan evlerini
tepesine üşüşen örgütlü saldırganlarına karşı yaşarken
                          parçalanmışlıklarını
                          yiten umutlarını
                          gerilimli aşklarını
                          bitimsiz çekişmelerini
                          dirençli kavgalarını
                          ezici sövgülerini
                          ve her şeylerini
bir kağıt kayığa yükleyip salacaklar okyanusa
ve yanıbaşında kopan fırtınanın kaygısını sindirememişken henüz
sağlıksız ve solgun bir tarlanın küçük bir bölümüne gömecekler yaslarını

gelgeç de olsa mutlu anlarınıza dikkat edin
elinizden alınacaklar tamamı
ey halk!
bir oğula ağlarken yüreğiniz havai fişekler patlatılacak üzerinizde
ve unutmayasınız diye
tarihten türetilen bayramlarınızla kibirlendiğiniz kıtada
yeni bayram gerekçeleriniz olmayabilecek
işte o zaman şimdiki gibi soylu duramadığınızı göreceksiniz
ve göreceksiniz ki
sınır denen korumalı sandığınız bir alanınız da olamayacak
uğruna bağışlayacağınız bir oğlunuz da
satılıp satılmayacağına karar verilmeyen onur da
işte o zaman toplum denilen nicelik
topluluk denilen kümecikler halinde sessiz terörler üretecek
yitirecek bir şeyi olmayan yığınlar halinde
dibe vuran erdemlerini sunacaklar tarafınıza
zaten alçak basınç altında ezilirken siz
ayırtında bile olmayacaksınız
yazgıyla düştüğünüz düşünüzün içinde
ancak gözünüz önünde iğfal edilirken varlığınız
öfkenizi, kızgınlığınızı, yıkarken gözyaşlarınızla
saplayacaksınız yüreğinize
şiddetin uyardığı şiddetle ahlarınızı
kıvranarak, sancılı bir tükeniş içinde
duyarsız kalmış bir aklı beslemeyecek artık hücreleriniz
ve
yeryüzüne yayılan vahşet sizde son bulacak

ve tasarlanmış yeni düzen gereği
izlerken fener alaylarıyla süslenmiş zaferleri
geçiş törenlerinde şakşakçıların yarattığı deprem
yeni yeni yıkımların da müjdecisi olacak gelecek sonbaharlarda
elbette
her doğunun bir batışı her doğunun bir doğuşu vardır
yuvarlak yüzeyde
uzak ya da yakın



yazık insan sana
ederin olduğu an öldün
ayırdın kalmadı eşyadan
çok yazık!
KALK
bul kendini nerede yitirdiysen.

 
 
başa dön        ürün listesi       kütüphane