geri dön




 

█  meral kaya 



KENDİNE ZİMMETLİ BİR MASAL




Semadan tüm turna sürüleri çekip gitmişken, kekeme ağızlardan tek parça halinde dökülemezken söz, elinin kınasını gönlünün kanamalı yarası gibi koynuna basmışken bir gelin, sürmeli gözlerine çekilen kara aslında o geceye çekilmişken, derinlerden ah’lar eşlikli duyulan o cümlenin çok sonra kötürüm bir masalın başı eğik doğacak çocuğu olduğunu kim bilebilirdi ki? ”Evladi Kervelayme, be gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto”.


Evet, bu cinayet kötürüm bir çocuk doğurmuştu dili lal diyemezdi acısını. Görmez gözü bilmezdi acıtanın suretini. İşitmez kulakları bir defa duymamıştı kıyamın yarattığı çığlığı. Takat yoktu bedeninde. Fikri bir cümle bildi hep ”Evladi Kervelayme, be gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto”. Bir tek cümle bildi bu yüklendiği yüz yıllık acı için. Cümlesi birlik edip parmak uçlarına bir dünya yükledikler. O gül yüzüne bir an’a sığacak tebessüm ilişsin diye. Cümlesi dünyanın tüm güzel çiçeklerinden misk kokular değdirdiler burnuna fikri soluklansın, bir bakış aralığı kadar nur düşsün o kara gözlerine diye. Çocuk mühürlenmiş bir emanetçi gibi kapanmıştı bu acıya. Onun acısıyla deli gibi çağlayan nehir yıkıp geçiyordu önüne düşen her şeyi. Onun acısıyla koca bir dağ homurdanıp duruyordu tüm azametiyle. Onun acısı bir gün gelip sorulacak bir hesap gibi durmadan korkular salıyordu cümlesine.



Boynundaki mührün gücüyle tövbe buyurdu yazgısına. Bir yücenin ayazına avazlar bıraktı. Bırakacaktı elbet ağzının orta yerinde açardı tabiatın en güzel çiçekleri. Çıplak bir peygamber kederiydi teslimiyeti. Sırtındaki urbasına, yolunu belirleyen asası, mercan mavisi tespihini alıp koyuldu bir kez daha yola. Sancılı bekleyişler için değildi kutsanmış varlığı. Cemre toprağa düşmüş, tohum çatlamıştı işte bir kez hangi güç onu alıkoyabilirdi közlenmiş özleminden.


Zaman geçti kanatarak. Kanattıklarından kabuklar bağlatarak. Unutmadı çocuk aklından geçen o cümleyi. Kutsal bir emanetçesine taşıdı zihninin en karanlık taraflarında. Kanadı kırılmış bir düştü bu.



Tanrı unuttuğu acıları gördü bir vakit sonra. Turna sürülerini gönderdi yüzyıllık mahkûmiyetlerini yok sayarak. Birlik edip kanat çırptılar çocuğun yüreğinin gölgeli yamaçlarında. Biriktirdiği kederi yüklediler kanatlarına. Onlar yüklendikçe soluklandı, onlar yüklendikçe bu yüz yıllık hapsedilmişlik güne değdirdi yüzünü. Onlar yüklediği bu acıyı değdiği yeri yakan bir özlem bilip yol buldular Seyid’e doğru. Onlar yol aldıkça çocuk biriktirdi gönlünün içresinde. Zulme inat, kıyama inat biriktirdi.


Mührünü Seyid’in özlemi çözmüştü çünkü. Varsılın yeri yoktu nasılsa hayatında. Seyid’i artık gönlünün en derininde. Çıkarılmazdı sehpalara, gül cemaline mora çalan bir bakış takılmazdı, soluğu kesilemezdi bir kara urganla. İkrar aldı. Seyid’ine yüz sürdü, artık elinde dilenmiş değil hak edilmiş hak’a ait bir hayat vardı. Secd etti güneşten aydınlık, geceden saklı bir inançla.


Gel zaman gidemedi bir türlü. Bu aşk’ı gören zamanda dondu kaldı karşılarında. Tanrı unuttu çocuğun varlığını. Kıyama kalkan unuttu. O varlıktan koca bir hiç yaratıp saldığı korkuyu unutturdu. Öz oldu göğe sızdı, gül oldu bir bülbülün sesine dayandırdı sırtını, kökün ucuna vardı acıttığı topraktan af diledi, avuçlarından ak sular çağladı, cümle tabiat bu aşk’a secd etti. Büyüdü, büyükçe semada süzülen turnalar gibi kanatlarında özgür kıldı Seyid’i. O semaha durdukça elinin kınası gönlünün yarası bir gelin bir ince ağıt yaktı. Yakılan ağıt kıyama kalkanı da, kıyama uğrayanı da yıkıp geçti.


Her kıssa gibi hisseleri de kendine zimmetli bir masaldı bu*. Kimse belleyemedi aslını. Derler ki, kim ki bu masala değdirir gözlerini bir ömür kanar durur yüreğinin bir ucu. Yürek kanadıkça turnalar uçar gölgeli yamaçlarında, yürek kanadıkça Seyid’le bir beden olunur gönül tellerinden sızmış bir deyişle semaha durulur.



* Murathan Mungan / Lal Masallar



 

mylia-poseidon@hotmail.com 



 

  geri dön

başa dön

 

© 2009